Ağzınızı bantlayan mı var!
Bunu da gördük. Meğer Kürt vatandaşlarımız ne kadar korkutulmuş, ne kadar sindirilmiş, bir yaşındaki bebeğin kemiklerine kadar eriyip yanması bile, Gaziantep’teki vahşeti yüksek sesle kınamalarını, protesto etmelerini önlüyor. Onur kırıcı, insanlık adına utandırıcı bir suskunluk bu... AK Partili Kürtler kaçırılıyor, sokak ortasında katlediliyor, aynı suskunluk... PKK’ya şirinlik muskaları yazan liberal “Kürt sorunu uzmanları” susmuş, Diyarbakır’ın o anlı şanlı sivil toplum kuruluşları konuşamaz olmuş. BDP’ye oy veren koskoca bir Kürt kesimi, kasabını bekleyen kurbanlık kuzular gibi başlarına gelecekleri bekliyorlar...
***
Dün Hüseyin Gülerce imzasıyla yayınlandı yukarıdaki satırlar.
(“AK Partili Kürtler” ayrıştırmasındaki ucubeliği şimdilik bir kenara bırakıyorum.)
“Suskunluk”tan yakınan, suskunluğu “onur kırıcı” bulan Hüseyin Bey, yazısını şöyle sürdürüyor:
PKK sadece bir maşa. Maşayı değil, maşayı tutan şer şebekesinin elini görmek gerekir.
PKK-BDP-KCK... bunlar Kürt sorununun çözümü, Kürt halkının huzur ve barışı için mücadele vermiyor. Barış değil, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunda 21 vilayeti içine alan toprak istiyorlar...
Hadi ya!
Gerçekten mi!
Otuz yıldır o 21 ilin Türkiye’den koparılmasını önlemek için can hıraş yazan, çizen, bağıran, çağıran, çarpışan insanlar “vesayetçi” yaftasıyla “etkisiz hale getirilirken” aklınız nerdeydi?
Yoksa Temel fıkrasındaki gibi (Güney Doğu’da hizmet içi paylaşım savaşının başlamasından sonra) siz de dün mü öğrendiniz “PKK gerçeği”ni?
***
Olur ya ben anlayışsızımdır diye baştan sona bir kere daha okudum yazıyı;
Alemsiniz valla!
“Susmaya” isyan yazınızda bile bir tür “susturucu
takılı”!
Madem “PKK sadece bir maşa. Maşayı değil, maşayı tutan şer şebekesinin elini görmek gerekir”, ne duruyorsunuz? Siz niye susuyorsunuz gösterin öyleyse!
Ağzınızı bantlayan mı var?
Gazeteci olarak göreviniz değil mi? İfşa edin o “şer şebekesi”ni!
Yalnız aman diyeyim, hani “darbe yapacaklardı, bizi kıtır kıtır doğrayacaklardı, cami bombalayacaklardı” filan her türlü iddiayı anladık da, sakın “Ergenekon” diye girmeyin bu konuya da!
“İktidarı” anlarım da, “Ergenekon” ne yapacak “bölünmüş toprakları”? Silivri cezaevinin kantininde mi harcayacak petrol kuyularından kazandıklarını?
***
Dolayısıyla biraz daha milleti sersem yerine koymayan bir kurguyla, neye iman ediyorsanız onun yüzü suyu hürmetine(!) elinizi vicdanınıza koyarak başlayın o “maşa”yı tutan elleri sıralamaya:
İndirin Besile Nikitine’nin “Les Kurdes Etude Sociologue et Historique”nu tozlu raflardan (iddianame okumaktan kısırlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olabileceğinden kaygılandığım zihniniz için de hava değişimi olur) Kürtçülüğün kaynaklarına inin.
“Ecdad”ı da yad edersiniz; kalkın 1815’e Viyana’ya gidin; “Şark Meselesi”yle yüzleşin, yüzleştirin...
Nisan 1916’da Fransa ile Rusya arasındaki Sykes-Picot anlaşmasının “Van, Bitlis, Siirt, Aladağ, Akdağ, Yıldızdağ, Zara ve Harput bölgesinde birer Kürt devleti” öngördüğü bilgisini tazeleyin.
Sonra İngiliz Yüksek Komisyonunun 498 numaralı raporundaki “...Kürt sorunu Mezopotamya’da tatminkâr bir sınır oluşturmak içindir” cümlesini irdeleyin;
Kimin için tatminkar?
26 Aralık 1919’da “Türk sorunu”nun tartışıldığı toplantıda -bu kavram size yabancı değildir- sehpamızın nasıl tekmelendiğini gündeme getirin:
“Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi yoksa birçok küçük Kürt devletleri mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikalılar vasıtasıyla silah sağlanacak...”
10 Ağustos 1920’de sizin “paranoya” varsaydığınız Sevr’in 62 ve 64. maddeleri uyarınca “İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyona Fırat’ın doğusundaki vilayetlerde bir yerel yönetim düzeni kurmak; bir yıl sonra da Kürtlere dilerlerse bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvurmak hakkı”nın tanındığını, yani Sevr’in “paranoya” değil “belgesi mevcut” gerçek olduğunu yazın ...
Şeyh Sait’in perde arkasındaki “itici gücü”nü ortaya çıkarın.
Çekiç Güç ile “Kürdistan” arasındaki bağı çözün! Sonra bunu Suriye’ye bağlayın!
2003 yılında Fas’tan Orta Asya’ya kadar 20’den fazla Müslüman ülkenin sınırlarını değiştirmekten bahseden Condi’nin hangi “şer şebekesi”ne çalıştığını hatırlayın!
2006 yılında Roma’da, 2007’de Atina’da Türk subaylarının önüne konan haritayla, PKK’nın ele geçirmek niyetinde olduğu topraklar arasındaki paralelliği keşfedin.
Ha, “boğma şimdi bizi tarihin derinliklerinde” diyorsanız da kolayı var:
Bakın Hürriyet’in dünkü manşetine; Gaziantep’teki bombalamayı da kapsayan “felaket senaryosu”nu kimler yazmış Türkiye’ye!
“Maşa” deyip de tadını damağında bırakmak olur mu; “maşayı tutan eller”e dair bu ve benzeri bilgilerle doyurusanıza okurunuzu!
Ama yok; siz ne yapıyorsunuz?
“Maşa”dan sonra “tıp” oyunu!
***
“Kürtlerin onur kırıcı suskunluklarını PKK terör örgütü tarafından sindirilmiş olmaları”na bağlıyorsunuz ya... Hiç bir art niyet beslemeden, durumun garabetine dikkat çekmek için, aynı mantıkla soruyorum:
“Maşa”dan bahsedip, “maşa”yı kızdıran tarihi süreç ve o sürecin aktörlerinin adlarını ağzınıza almadığınıza göre, biz de sizin “sindirildiğinizi” mi düşünmeliyiz acaba?
Peki, kim tarafından?
+++
Gül Çandar’a verdiği sözü tuttu(!)
Yeni Akit’in “pespaye bir tezgahla”, PKK itirafçısı Şemdin Sakık’ın iddialarına dayanarak kendisini “açıkça hedef gösterdiğini” ve “kişi güvenliğinin ortadan kalktığını” savunan Cengiz Çandar bütün umudunu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bağlamıştı.
Geçtiğimiz günlerde Radikal gazetesindeki köşesinde,
Gül’ün, Adalet Talebimiz Var İnisiyatifi üyesi gazetecilere “Hrant Dink’in göz göre göre öldürülmesine çok üzüldüğünü” söylediğini hatırlatan Çandar, kendi durumla atıfla “Cumhurbaşkanı, umarım, başkaları için ”göz göre göre...“ diye bir cümleye başlayarak çok üzüldüğünü söylemek durumunda olmaz” demişti.
Köşesine iliştirdiği nota göre, tam da Çandar’ın bu satırları yazdığı esnada Cumhurbaşkanı Gül kendisini aramış ve “konuyla bizzat ilgileneceğini” ifade etmişti.
Çandar “imdat çağrısı” formundaki o yazıyı şu cümleyle bitirdi:
“Sayın Cumhurbaşkanı’na teşekkür ederim.”
Gördüğünüz fotoğraf, çok değil, Çandar’ın Gül’e “peşin teşekkürü”nden üç beş gün sonra çekildi. Cumhurbaşkanı, sağlık sorunları nedeniyle yarıda bırakmak zorunda kaldığı Kırgızistan gezisi sırasında, Çandar’a verdiği sözü tutarak Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni Hasan Karakaya ile “bizzat” ve hatta hayli yakından ilgilendi!
Kim aksini iddia edebilir ki!
+++
Yazdıkları neo-con çetelerin
söylemleriyle tamtamına örtüşüyor...
Kökü dışarıda
bir fitne projesi!
Tek bir mümini bile rencide edebileceği korkusuyla İslâmcılık yazılarını bayramda yazmaMaya karar vermiştim. Ama gece 02.00’de, Zaman gazetesinin bayramın birinci günkü nüshasını internetten gözden geçirip, İslâmcılık’la ilgili milyonlarca müslümanı rencide edecek, kalbini kıracak, boynunu bükecek 3-4 yazı okudum ve ağzımın tadı fena halde kaçtı...
Bayramın birinci gününde, ortada fol yok, yumurta yokken, Müslümanları rencide edecek meşum bir işe Müslümanlar nasıl imza atabilirler havsalam almıyor! (...)
Mümtazer Türköne, şu bayram gününde, -özür dilerim ama- gerçekten feraset ve basiret yoksunu bir yazı kaleme almış (...) Kökü dışarıda bir fitne projesinin ayak sesleri olmasın bunlar sakın? (...)
İslâmcılığı lanetlemek adına söylenenler, Oliver Roy’ların, Gilles Kepel’lerin, Graham Fuller’ların, bilumum İslâm düşmanı, İslamofobi öncüsü neo-con çetelerin söylemleriyle tamtamına örtüşüyor!
Yusuf Kaplan / Yeni Şafak
+++
Vicdan tatili...
Bayramımıza zehir katan, kattığı zehre masum çocukların küçücük bedenlerini katan terör örgütünü “anlamaya” çalıştıkça kaybeden biz oluyoruz.
Terör örgütüne, teröristlere, kaybolan hayatlara mesafemizi yeniden düşünmek zorundayız.
(...)
Cenaze törenleri bile ruhumuza temas etmiyor.
Vicdanlar tatilde mi?
Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
+++
2012 Türkiye’sinin terör karşısındaki en tipik görüntüsü
Pazartesi akşamı Gaziantep’te meydana gelen saldırının haberi, anında, Galatasaray - Kasımpaşa maçının oynanmakta olduğu Ali Sami Yen Spor Tesisi Arena Stadı’nda duyuldu ve devre arasında halk tepkisini koydu.
Maçtan sonra, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim meydana gelen olaylardan sonra, maç konuşmak istemediğini söyledi, saldırıyı kınadı. (...) Aynı gün aynı televizyon kanalında, bir zamanlar Galatasaray’da ve Milli Takım’da Fatih Terim ile görev yapmış olan Hakan Şükür, hiçbir şey olmamışçasına, maçı yorumluyordu. İşin ilginci, bu olaylar olurken, Fatih Terim Galatasaray Teknik Direktörü, Hakan Şükür ise TBMM İstanbul Milletvekili’ydi. Yani o anda asli işi futbol olan Fatih Hoca her sorumluluk sahibi yurttaş gibi olay karşısında tavır koyuyor; asli işi ülkenin sorunları üzerine çözüm önermek, yasal düzenlemeler yapmak, hükümeti denetlemek olan, bunun için seçilip parlamentoya gönderilen Hakan Şükür ise sanki futbol yorumu yapmaktan başka hiçbir işlevi yokmuş gibi, maçın ayrıntılarına odaklanmakla yetiniyordu.
2012 Türkiye’sinin terör karşısındaki en tipik görüntüsü budur.
***
Hakan Şükür’ü davranışından dolayı kınamak ne kadar mümkün bilemiyorum.
Çünkü kendisi, “O konuyu büyüklerim bilir” diyerek tipik “futbolcu!” (burada futbolcu deyimi ne sağcı ne solcu anlamında kullanılmıştır) tavrı sergilemeyi bilen TBMM üyelerimizden biridir. Yani diyeceğim, onun bu tavrı kendisini atayan kişinin eğilimleriyle uyum içindedir.
Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++
Ar-Hınç!
Devlet Bakanı Bülent Arınç CNN’de terör örgütünün geldiği noktanın bir “iflas noktası” olduğunu vurgulayarak, “Belki çırpınmak üzeredir. Belki kendi kendini sokarak intihar eden bir akrep gibi hayatına son vereceği güne doğru yaklaşmaktadır” ifadesini kullandı.
Acaba şaka mı ediyor, diye yüzüne dikkatle baktık.
Ciddi görünüyordu.
Hükümet asker ilişkilerinde de ciddi değerlendirmeler yaptı:
- Bugün geldiğimiz nokta, çok iyi bir nokta. Harp okullarında, harp akademilerinde devir teslim törenlerinde yüzümüze baka baka en ağır sözleri bize söylerlerdi. Arkadan kokteyle giderdik Sayın Başbakan ile yalnız başımıza kalırdık, bir tane general yanımıza gelip selam veremezdi.
Generallerin neyin bedelini ödedikleri bu sözlerden anlaşılıyordu.
Melih Aşık / Milliyet
+++
Biz Barzani uğruna uluslararası hukuku çiğniyoruz.Irak’la hasım oluyoruz.
(...) Bir sabah uyanıyoruz ki, Suriye’de “Batı Kürdistan” kurulmuş.
Ardında Barzani var!
“Hesap kitap bilmeden dış politika üretme” konusunda okullarda okutulması gereken bir örnek vaka!
Cüneyt Ülsever / Yurt