Adnan'ı beklerken...
12 Eylül'ün karanlık günlerinde ''kaçağa'' düşmüştü. Cezaevlerinde bulunan ülkücüler ve dışarıdaki aileleri ile ilgilenmek için gece gündüz didinen merhum Galip Erdem, O'na ''Cemal Fedakar'' ismini koymuş. Bizler yıllarca Adnan'ı ''Cemal'' olarak tanıdık. Kızılay, İzmir Caddesi'ndeki Güneş apartmanının 8. katına çıkmak için asansör bile yoktu. Hapisten çıkan merhum Alparslan Türkeş'in her şeye yeniden başlayarak 8 kat merdiveni çıkıp ülkücü gençlere özel eğitim verdiği günlerdeki idealizmi kelimelerle anlatmak mümkün değildir. Burası aynı zamanda ''Bizim Ocak'' dergisinin merkeziydi. Cemal'in burada derginin yazı işlerinden tutun çayı çorbasına kadar her şeyinde emeği vardır. İki koltuğu yan yana getirip sabaha karşı uykuya daldığından, Cemal neyse de ''Fedakar'' soyadı çok yakışırdı ona... Fedakarlığının boyutlarını sıralamak bu sütunlara sığmaz. Firar gezmek, kaçak yaşamak zordur. O dönemin gençlik önderleri ve Cemal'in aranma öyküsünü yıllar sonra öğrenenler, ''Değil 15-20 yıl; bir asır kaçak yaşayabilir'' der Adnan için...
***
Bursa'ya döndü yıllar sonra. Babadan kalma küçük dükkanda geçimini sağlamak için çalışmayı sürdürdü. Yakışıklı büyük oğlu İstanbul'da mimarlık okuyor. Küçüğü, Ersagun daha lisede... Deli gibi okur Adnan. Edebiyat ve Türk Dili konusunda akademisyenleri cebinden çıkarır. Bunca birikime rağmen az yazar ama özdür yazdıkları. Ne bir imla hatası olabilir, ne de anlamı şüpheye düşürecek bir kelime... Gerçek ülkücüde olması gereken ''keskin tavır''a sahiptir. Kimileri ''Protest'' bulur fevri davranışlarını... Ancak sivil itaatsizlik ve pasif direniş metotlarını zamanında kullanarak hedefi vurur. İroni yüklü yazılarının satır aralarındaki eleştiri oklarını görmemek mümkün değildir. Onun hikaye ve roman yazmasını isterdim. Lakin kaçmaktan kovalamaya fırsatı olmadığını bildiğimden ısrar edemedim.
***
Seyrek görüşebildiğimiz gönül dostu ile aynı davada "suç ortağı" olduk. ''FETÖ'' adına bir siyasi partiye sızmaya çalışmak ''iddiası" ile gözaltına alındık. Baltayı taşa vurduğunu anlayanlar apar topar beni serbest bıraktı. Ardından Servet... Adnan da Bursa'dan gelip Ankara Emniyeti'ne ifade verip serbest kalacağını sanıyordu. Tam 15 gün boyunca özgürlüğünden mahrum bırakıldı. Yemek yemeyi zaten sevmezdi, astım-bronşit hastasıydı. O nezarethane koşullarında yemek de pek mümkün olmaz. Bir nevi hayatta kalmak için biraz ekmek peynir zorunludur. Günlerce onu da yememiş, bir deri bir kemik kalmış... Ankara adliyesi koridorunda plastik kelepçe ile ifade vermek için bekleyen İslamoğulları'na sarılınca kemiklerini hissettiğim an içimden geçenleri yazmam mümkün değil... 15 gün boyunca özgürlüklerinden mahrum edilen 11 kişiden farklı bir insandı Adnan...
Bunca iddiadan sonra hemen serbest bırakılmayacağını tahmin ediyor, ama Adnan'a toz konduramıyorduk. Savcılık ifadenin ardından Adnan İslamoğulları'nı tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edince kaynar sular döküldü başımızdan. Adliye önündeki bir avuç ülkücü toplanmış, umut, hayal kırıklığına dönüşmüştü. Son gayret ile Türkiyem Televizyonu ekranlarından Av. Feridun Bahşi ile beraber Adnan'ın cezaevine girmesinin hukuk açısından cinayet olacağını haykırdık. Gece yarısı ''Adnan serbest bırakıldı'' haberi gelince gözyaşlarımı serbest bıraktım. ''Ankara'da hakimler var'' inancımız doğrulandı... Yanlış hesap Bağdat'tan döner. Şimdi Kerim Çoraklı'nın da özgürlüğüne kavuşmasını bekliyoruz...