Adli yıl seferi…
Yeni adli yıl, yüksek yargı mensuplarının, "külliye" kürsüsünden verilen siyasi mesajları alkışlamasıyla açıldı.
"Anlayana davul zurna" fotoğrafı…
***
"Dünya beşten büyüktür…"
"Suriye…"
"Libya…"
"Doğu Akdeniz…"
"Afrika…"
"Güney Amerika…"
"Askeri mukavemet kabiliyetimiz…"
Ya Allah!…
Bu da "anlamayana sivri sinek saz" galiba…
Hakim, savcı ve avukatlara, neden, yedi düvele karşı sefer görev emri tebliğ eder gibi seslenildi ki acaba?
Hem "devlet"in hem de "siyaset"in iktidarını denetleyici, sınırlayıcı, kurumları "siyasal baskı ve dayatmalar"dan koruyup, kollayıcı, her nevi "emir ve talimat"ı kanunla bağlayıcı, hukuku keyfiliğin üstüne taşıyıcı "yargı bağımsızlığı" ile ne alaka!
Çoğu sözü gibi "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır"ı da yanlış anladılar büyük olasılıkla; Doğu Akdeniz'i, Yunanistan'da böcek gibi ezdiğimiz gün tutukluluğu cezaya dönen meslektaşlarımız için adalet tecelli etmiş mi olacak mesela?
***
Her ne kadar, sıklıkla "Bu ülkede olan hiçbir şey artık bizi şaşırtamaz" noktasında olduğumuzu savunuyor olsak da, akıl, mantık ve vicdan alışamıyor bu tutarsızlığa;
"Dünyanın dört bir yanında, kendilerini büyük, güçlü, müreffeh, yenilmez olarak gören kimi devletlerin zulmü altında inleyen mağdurların, mazlumların, gariplerin feryatlarını" dahi duyan kulaklar, nasıl olur da sadece 20-30 kilometre ötelerindeki Sincan'dan yüklesen "adalet" çağrısını duymazlar? Sorsan, dünya haritasında yerini gösteremeyecekleri ülkeler için dahi "adalet" talebinde bulunanlar, nasıl olur da, geleceğin "utanç müzeleri"nden biri olması güçlü ihtimal olan Silivri'deki adaletsizliklere kayıtsız kalırlar?
***
"Kutsal kitabımız"dan "adaletle hükmetmeye" dair ayetler aktarırken hiç mi gelmez akıllarına el kadar yavrusunun en özel ve bir daha asla tekrarlanmayacak anlarını paylaşmaktan alıkonulan Barış Pehlivan, hiç mi düşmez içlerine "kul hakkı" korkusu?
Adaleti ne kadar kolay erişilebilir hale getirdiklerini savunurken, hiç mi utanmazlar tutulduğu hücrede günlerce ağrılar içinde kıvranan ve en temel hakları kullandırılmayan, hastaneye ancak "kamuoyu baskısıyla" gidebilen Murat Ağırel'den?
"Ceza adaleti", "hedef süre" gibi "reform"larıyla övünürken hiç mi çınlamaz kulakları; daha hakkında bir iddianame bile yazılamamış olmasına karşın cezaevindeki üçüncü ayını geçiren, tutukluluğu daha davası başlamadan cezaya dönen Müyesser Yıldız illa ki çınlatıyordur da o bakımdan!
Avukatların "yargı"daki önemini anlatırken hiç gelmez gözlerinin önüne Ankara ayazında, pandemi koşullarında, önce şehrin girişinde sonra TBMM önünde, en son da Kuğulu Park'ta sabahlattıkları avukatlardan biri olan ve bu gergin, yıpratıcı sürecin sonunda kalp krizi geçiren Antalya Baro Başkanı Polat Balkan'ın cübbesini yorgan yapışı?
***
BM daimi üyelerinin gözlerinin içine baka baka "Dünya 5'ten büyüktür" demek mi daha zordur acaba, yoksa bu insanların gözlerinin içine baka baka "adalet"ten söz edebilmek mi?
İbretlik…
Giresun'da yapılmaması gereken yere yapıldığı için çöken yolu, dikilmemesi gereken yere dikildiği için çöken binayı ışık hızıyla onarmakla övünüyorlar; övündükleri, yapılmaması gereken ne varsa, zerre ibret almadan yeniden yapmaktan başka bir şey değil halbuki…
SORU-YORUM
Dün, günün önemli bir bölümünde şu alt yazıyı gördük haber kanallarının ekranlarında:
- DEAŞ'ın sözde emiri nasıl yakalandı?
İçişleri Bakanı'nın, istihbarat teşkilatlarına teşekkür ede ede bitiremediği zorlu bir operasyonun sonunda yakalandığı ifade edilen "IŞİD Türkiye emiri Mahmut Özden"in, sadece iki yıl önce "IŞİD Adana emiri" olarak zaten yakalandığını, mahkemede "Biz sadece Allah'ın huzurunda ayağa kalkarız" deyip, hakimin karşısında ayağa kalkmayı reddederken sergilediği küstah tavırlarını ve sonra elini kolunu sallaya sallaya yeniden topluma karışmasını hatırlayınca, asıl sorulması gereken sorunun "DEAŞ'ın sözde emiri nasıl/neden salındı?" olması gerekmez mi?