Adana mutabakatının yansımaları

Fırat'ın doğusunda "Güvenli Bölge" kurulmasıyla ilgili tartışmalar, birde buna ilave olarak bugüne kadar akıllarda olmayan Adana Mutabakatı günlerdir Türkiye'nin gündeminde yoğun bir şekilde yer almaktadır.

ABD Başkanı Trump'ın, Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Afrin çıkarmalarının ardından Fırat'ın doğusunda yapmayı planladığı 3. askeri operasyonu önlemek için Erdoğan ile yapmış olduğu telefon görüşmesinde, Suriye'den askerlerinin çekileceğini ve güvenli bölge kurulacağına dair açıklaması, bir yandan Ankara'yı meşgul ederken diğer yandan da Rusya için yeni bir rekabet ortamı yaratmıştır.

Ayrıca 23 Ocak 2019 tarihinde Moskova'da Rusya Devlet Başkanı Putin'in, Erdoğan ile Suriye krizi ve ABD'nin asker çekme konusunu görüşürken, beklenmedik bir anda 1998 yılında Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatını hatırlatması, Türkiye'nin ısrarla reddettiği Şam Yönetimi ile doğrudan bir araya gelmesi gerektiğini işaret etmiştir. Diğer taraftan ABD'ye de farklı mesajlar vermiştir.

Trump'ın güvenli bölge senaryosu ve Putin'in Adana mutabakatı söylemleri bizce "Bir deli kuyuya taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış" atasözünü hatırlatmaktadır. Bu atasözüyle ilgili yapılan yorumlar arasında, delinin son derece detaylı planlar yapan ve o planları adım adım hayata geçirmeyi planlayan bir strateji uzmanı olduğu ifade edilmektedir. Bunun içindir ki günlerdir Trump'ın ve Putin'in söylemleriyle yatıp kalkıyoruz.

Konuya dikkatle bakıldığında Suriye'nin kuzeyinde kurulması öngörülen güvenli bölgeyle ilgili bölgede nüfuzu olan ülkelerin bakış açıları birbirleriyle ters düşmektedir. Ankara güvenli bölgeyi TSK kontrolünde terör örgütlerinden arındırılmış bir bölge olarak görmek istiyor. Rusya'nın Türkiye'nin kaygılarının giderilmesi yönünde çabaları olsa da bölgenin Esad Yönetimi ve ordusunun kontrolünde olmasını istemesinin yanı sıra federatif bir yapıya da sıcak bakıyor. ABD, bu krizin başından beri Suriye'nin kuzeyinde Kuzey Irak'ta oluşturulan benzer bir tablonun ortaya çıkması için uğraşmaktadır.

ABD güvenli bölge senaryosuyla ilgili olarak saklı tuttuğu hedeflerini artık açıkça ilan etmeye başlamıştır. Birkaç gün önce Washington'da bulunan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) eş Başkanı İlham Ahmed, Başkan Trump ile yaptığı görüşmede; " Bölgede Türkiye'yi istemiyoruz" talebi karşılığında Trump da "Kürtlerin güvenliğini tehlikeye atmayacağız" ifadesinde bulunmuştur. Öte yandan Trump'ın medyaya verdiği demeçte kurulması istenen güvenli bölgenin İngiltere, Fransa ve Avustralya güvenlik güçleri tarafından sağlanacağı yönündeki açıklaması ise Türkiye'nin "güvenli bölgede yer almayacağı" anlamını taşımaktadır. Ayrıca ABD, Rusya'nın aksine, Türkiye'nin Şam Yönetimiyle bir masada oturmasını arzu etmemektedir.

1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı 21 Ocak 2011 de Ankara Mutabakatı adı altında genişletilmiştir. Her iki mutabakatta genel ifadeyle " Tarafların güvenliği ile istikrarını tehdit eden terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele" edilmesine yönelik maddeler yer almıştır. Ayrıca, mutabakatta önemli bir madde ise, her iki tarafın " kendi topraklarında terör faaliyetlerine ve örgüt elemanlarına karşı gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması" maddesidir.

Şu ana kadar ne Türkiye, ne de Suriye tarafından iptal edilmeyen her iki mutabakatın işlerlik kazanabilmesi için iki ülke arasında ilişkilerin uluslararası hukuka göre normalleşmesi gerekmektedir. Güvenli Bölge ancak BM Güvenlik konseyi kararıyla, tampon bölge ise iki devlet arasında sınır boyunca askerlerden arındırılmış bölge olabilir. Diğer taraftan, şu anda mümkün olamasa da, normalleşme hâsıl olduğu takdirde sınır boyunca güvenli bölge yerine ancak tampon bölge oluşturulabilir.

Bu durumda da iki sorunla karşılaşılabilir. İlki Türkiye'nin PKK ile ilgili beklentilerine karşılık olarak Şam Yönetiminin de yapacağı taleplerle kendi güvenliğini gerekçe göstererek Türkiye'den muhalifler konusunda bazı adımlar atmasını isteyebilir. İkincisi, Suriye'nin kuzeyinde SDG kontrolündeki sözde kanton bölgeler Şam Yönetiminin kontrolü dışında olduğu için tampon bölge kurulması mümkün olmayacaktır.

Dolayısıyla Türkiye, Adana ve Ankara mutabakatlarına gerek duymadan BM'nin 51. maddesinin ülkelere tanıdığı meşru müdafaa hakkını Cerablus, El Bab ve Afrin'de kullandığı gibi Fırat'ın doğusunda da kullanma hakkına sahiptir. Ancak, tampon bölgenin kurulmasıyla meşru müdafaa hakkının kullanılması arasındaki fark, ilgili ülke tarafından işgal suçlamasıyla protesto edilmeye haiz olmasıdır.

Yukarıda görüldüğü gibi bundan sonra gerek sahada, gerekse diplomasi sürecinde Türkiye'nin istekleri ve hedeflerinin gerçekleşmesi hiç de kolay olmayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları