Adâletin düşüşü...
İslâmcılık tartışmalarının aktüel ve yoğun olduğu yıllarda Ali Kırca’nnın ‘Siyâset Meydanı’ programında ‘İslâmî değerler’ başlığı altında ahkâm kesen birkaç konuğa uzunca sabrettikten sonra basit bir soru sormuştu Prof. Mehmet Aydın; “Bana beş tane İslâmî değer sayar mısınız?”
Kimisi ‘namaz’ demişti, kimisi ‘oruç’, kimisi de ‘hacc’ vs. gibi cevaplar vermişti...
Profesör unvanlı konuklardan gelmişti bu zavallı cevaplar...
Mehmet Aydın’ın, “Bu bahsettiklerinizin hiç birisi İslâm’ın değerleri değildir” cevabı konuklar arasında oldukça şaşkınlık yaratmıştı. Çünkü İslâmî değerler üzerinde en ufak bir fikirleri yoktu, onlar zannettikleriyle mutluydular...
O günden bugüne değişen bir şey yok aynı mahallede...
Değerler sistemi üzerinde yine bir fikirleri yok...
Hayatlarına, mensup oldukları inancın değerler sitemi değil, ideolojik mensubiyetleri, ideolojik düşmanlıkları, ideolojik hafızaları, ideolojik algıları, ideolojik âidiyetleri, ideolojik rekâbetleri yön veriyor.
Bütün sosyal ve içtimâî hâdislerde ve münâsebetlerinde hareket noktaları ve tarzları ideolojilerinin emrinde.
Sâhip oldukları gücün kullanımında belirleyici olan da ideolojik mensubiyetleri, marûz kaldıkları bir haksızlık karşısındaki tepkileri de yine ideolojik faydacılıkları.
Bir insanın ölümü karşısında tavır belirlerken veya tepki gösterirken de aynı ideolojik travmayla hareket ediyorlar. Mısır’da ölen Esmâ’nın ardından gözyaşları dökerken, sokak ortasında dövülerek öldürülen Ali İsmâil’in adını bile ağızlarına almıyorlar. Esma’nın babasının yaşadığı evlât acısını kutsarken, Ali İsmâil’in babasının yaşadığı evlât acısı hakkında düşünmek bile istemiyorlar. Esmâ’nın katillerine lânetler yağdırırken, Ali İsmâil’in kâtillerinin ‘efsâne yazdığını’ söyleyebiliyorlar, Ali İsmâil’i arkadaşlarının öldürmüş olabileceğini söyleyecek kadar haktan, hukuktan, merhametten, vicdandan, insanlıktan bî-haber kalabiliyorlar ve tabii en önemlisi ‘adâlet’i yok sayabiliyorlar.
Reyhanlı’daki bombalama eyleminde ölen onlarca vatandaşın ardından, “Patlamada ölenlerin tamamı Sünniydi” diyecek kadar, ölümü zihinlerindeki ideolojik hasım kampına yerleştirip, bunun üzerinden ölümü kategorize ederek ölümü değersizleştirebiliyorlar. Adâlet, zihinlerinde o kadar arkalarda ki, ölüm bile adâlet hislerini harekete geçirmiyor.
Suriye ile yatıp kalkarken ve Diyânet İşleri başta olmak üzere hükümet ve tüm gönüllü kuruluşlar Suriye’ye dikkat kesilirken, Doğu Türkistan’da Türkler’in mâruz kaldığı zulüm hakkında tek kelime etmiyorlar, vicdanları kanamıyor, merhamet etmiyor. Bir vücûdun âzâları gibi târif edilen ümmet topluluğundan bir aile olan Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklerin başları gövdelerinden ayrılıyor, ama burada tırnaklar bile kıpırdamıyor.
Vatan savunması için henüz yirmi yaşında pusularda hayatını kaybeden şehitlerle, vatanın ekmeğine kan doğrayan, bin yılık kardeşliğe ihânet eden katiller sürüsünü ‘çözüm süreci’ adı altında aynı kefede tartarken, otuz yıldır devletin yanında yer alan korucular ve ailelerinin üzerinden korumasını kaldırıp şehirlerdeki mevzilerini sağlamlaştıran PKK’yla baş başa bırakırken, güvenliksiz kalan korucuların her ölümünde adâleti de öldürüyorlar.
“Askerî vesâyeti kaldıracağız” diyerek, bugün yolsuzluk soruşturmalarında başrol oynayan evlâtlarını teslim etmekten korktukları yargıya bu ülkenin ordusunu teslim ederken, Genelkurmay Başkanı tutuklanıp, ağırlaştırılmış müebbet cezâsı alırken, “bu işin daha Yargıtay sahası var” deyip, kendi evlâtları söz konusu olduğunda tepeden tırnağa yargı ve emniyet bürokrasisini hallaç pamuğu gibi atarken de adâlet yargısız infaza mâruz kalıyor.
Şâibeli sınavlarla milyonlarca gencin istikbâliyle oynarken, haklarını gasp ederken, belediyelerde kurulan şirketlerle kaynaklar yandaşlara hortumlanırken hülâsa devleti yönetirken İslâm’ın biricik ve olmazsa asla olmaz değeri olan ‘adâlet’, iktidar partisinin tabelâsından haksızlık, hukuksuzluk ve haram çukuruna düşüyor, tıpkı milliyetçilik gibi iktidârın ayakları altında kalıyor...
‘Adâlet’i partisinin tabelâsında bir kelime olarak unutan bu iktidârın geride bırakacağı en büyük külfet yolsuzlukların bedeli değil, İslâmî değerlerin şımarık zengin çocuğunun kumar masalarına bastığı emeksiz servet gibi, iktidar şehvetine kurban edilmesidir...
Nebîlerin vârisleri olan ulemânın bir muvazzaf gibi iktidâra memurluk yaptığı, rüşvete fetva verdiği, on binlerce askerimizin kanını iktidarla birlikte terör örgütüyle helâlleşme pazarlıklarına konu ettiği, yere serdikleri hırkanın içine dağdaki kan emici eşkıyanın cinâyetleriyle birlikte şehitlerin hâtıralarını koyarak kırılan onurları tâmir etmeye çalıştığı bir ülkede ‘adâlet’ten bahis edilemez.
‘Adâlet’in ayaklar altında kaldığı bir ülkede hiçbir dinî değerin insan hayatındaki karşılığından söz edilemez, hiçbir dinî değerin yaşaması düşünülemez...