Açılım, pranga ve iktidar
Artık rutin bir hal aldı. Hemen her ay Başbakan bir meslek grubunu topluyor ve onların Türkiye için ne kadar önemli olduğundan söz ediyor. Ardından barışın, kardeşliğin, birliğin ve beraberliğin önemine vurgu yapıyor. Türkiye’nin kaynaklarını yiyip bitiren terör sorununu çözmenin ne denli gerekli olduğunu söylüyor. Başbakanın övücü sözlerinin ardından sıra konuklara geliyor. Konukların barış ve kardeşlik için söyledikleri sözler fırsat görülerek açılıma destek gibi kamuoyuna sunuluyor. Bu gelişmeler daha doğrusu zorlamalar, demokratiklik ya da milli birlik ve beraberlik makyajıyla sunulan “Kürt Açılımı”nın kilitlendiğinin kanıtıdır. Öyle ki bu kilidi açmak için “proletarya diktatörlüğü ve sınıf mücadelesi” adına hapishanelerde “prangalar eskiten” ve mezarları yurt dışında bulunan Yılmaz Güney ve Nazım Hikmet gibilerden bile medet umuluyor!
Toplantılarda dikkat çeken bir diğer husus da Başbakan Erdoğan’ın geçmişi suçlamayı gelenek haline getirmesidir. Geçmişte yazara, çizere, sanatçıya görüşlerini ifade ettikleri için ne kadar eziyet edildiğini, Başbakan sürekli olarak tekrarlıyor. Bu hatırlatmalar ancak bu haksızlıkların daha vahiminin ve insafsızının bugün yapılmaması halinde bir anlam ifade edebilir. Hâlbuki Başbakanın eleştirdiği haksızlık ve yanlışlıkların bugün daha da beterleri yaşanıyor. Diğer bir başka husus da ‘Soğuk Savaş’ döneminde şaire, yazara, sinemacıya ve düşünüre yapılan kötü muamele ile “Kürt Açılımı” arasında kurulan ilişkidir.
Başbakanın çelişkisi!
Geçmişte elbette insanlara inanılmaz haksızlıklar yapılmıştır. İşkence, kötü muamele, baskı her türlü insan hakkı ihlali yaşanmıştır. Ancak onları bugün telafi etme imkânı yoktur. Hâlbuki bugün hâlâ yaşanan ve yapılan haksızlıkları önleme imkânı vardır. Bugün haksız, hukuksuz ve mantıksız bir biçimde bazı insanlara reva görülen muamele, toplum vicdanını kanatacak boyutlardadır. Önemli olan, geçmiş haksızlıkları dillendirmek değil hâlâ yaşayan haksızlıkları önlemektir. Geçmiş dönemde yapılan haksızlıkları her fırsatta dillendiren Sayın Başbakanın başında bulunduğu iktidar, bugün yaşanan hukuk dışı muamele ve feryatları duymazlıktan gelmektedir. Başbakanın yönettiği Türkiye’de Kuddusi Okkır vakası yaşanmıştır. Adam aylarca suçunu dahi öğrenemeden içeride yatmış ve ancak kadavra olarak tahliye edilebilmiştir. İktidarın baskısı yüzünden bugün onlarca onur intiharı yaşanmaktadır.
2030 yılında
bir başka Başbakan!
2010 yılında bir Başbakan “Nice edebiyatçımız ve aydınımız, hürriyet hasretinden prangalar eskiterek göçüp gittiler” diyor. İlginçtir bu sözleri muhalif gazeteleri “almayın/okumayın”, gazete sahiplerine ise şu veya bu biçimde yazı yazan yazarları “kovun” anlamına gelen sözler eden bir Başbakan söylüyor. Bu Başbakanın iktidarı döneminde halen muhalif yayın yapan televizyon sahiplerinin tamamına yakını içeridedir. Böyle giderse 2030 yılında bir başka Başbakan bugünlerde yaşananlar için “Nice gazetecimiz, kahraman vatan evladımız, aydınımız ve suçu televizyon sahibi olmak olan insanımız hürriyet ve cumhuriyet hasretiyle göçüp gittiler” demek zorunda kalacaktır. Geleceğin Türkiye’sinde belki de birileri, bugünler için utanç içinde suç işleyen günlüklerden, darbe yapmaya teşebbüs eden kameralardan, yargılanan telefon konuşmalarından ve televizyonlardan söz edecektir.
Demek ki geçmiş yerin dibine batırılarak, gelecek yaratılamıyor. Başka zamanların kötü uygulamalarını eleştirmek demokrat olmaya yetmiyor. Bu nedenle hürriyete prangaların vurulduğu ifade edilen Türkiye, geçmişe özgü bir nostalji değil, Başbakan sayesinde yaşayan acı bir gerçek olmaya devam ediyor.