AB'yi kızdıracak iş
Kanun zoruyla mı asıyor millet Atatürk fotoğraflarını? Hayır! Kendi rızasıyla, sevgisiyle, aşkla, gelenek ve göreneğiyle.
1926’da kurulan Kámil Koç otobüs şirketi, sadece Avrupa Birliği’ni değil yedi düveli kızdıracak işler yapıyor: 45 x 70 cm’lik bir 2008 duvar takvimi yayınlamış ki ne takvim! Atatürk’ün hiçbir yerde yayınlanmamış 12 fotoğrafı.
Olağanüstü bir estetik kalite. Bir de masa takvimi var. O da 12 yaprak. Masa takvimindeki Aralık 2008 fotoğrafının estetik ve anlamsal değerine, güzelliğine paha biçilemez: Atatürk ile gözlüklü, sakallı, kasketli bir emekçi karşı karşıya. Yüzlerdeki ışık, arka plan derinliği, dáhiyane! Ben kutlarım, ama?
Şahane dergi
Birkaç yıl önce Yolculuk Şiirleri Antolojisi yayınlayıp yolcularının hizmetine sunan Kámil Koç Otobüsleri, THY’nin Skylife dergisini kıskandırmak için Yolculuk adlı imrendirici bir aylık dergi de yayınlıyor. Koltukların arkasına koydukları bu güzel, içerikli dergiyi bana da gönderiyorlar. Ben kutlarım, ama?
“Sana ne be kardeşim, kültür ve edebiyat işleri sana mı kaldı! Memleketin Kültür Bakanlığı var! Sen şirketten çay dağıt yolcularına!” diyecek bir zihniyet de vardır ve o zihniyet hızını alamaz: “Bu kadar ukalalık yetmiyormuş gibi şimdi bir de takvim çıkarmışlar. Milletim bu takvimi duvarlarına asarsa, her ay sonu bir fotoğrafı çerçeveletip sergilerse, ne olacak? Bunca Atatürk fotoğrafı duvarları işgal edip görüntü kalabalığı yaratırken al sana yenileri. Bir pundunu bulup daha matbaadayken el koymalıydı hükümet. Ama o günleri de göreceğiz inşallah!”
Nazar boncuğu!
Türkiye’de bütün devlet dairelerinde, azınlıklarınki de aralarında olmak üzere bütün okullarda, birçok evde, işyerlerinde, kahvelerde, meyhanelerde Atatürk’ün resimleri var. Bu resimlerin arasında zevksiz olanları da var.
Kanun ve kararname zoruyla mı asıyor millet Atatürk fotoğraflarını? Hayır! Kendi rızasıyla, sevgisiyle, aşkla, gelenek ve göreneğiyle. Nazar boncuğu gibi!
Ama bu görüntü bütünlüğüne karşı Avrupa Birliği! Görüntü kirliği yarattığı türünden bir estetik kaygı ile mi? Hayır, bu muhalefetin gerisinde ideolojik ve siyasal kaygılar var: Atatürk tam bağımsızlığın, ulusal devletin, antiemperyalizmin ve özgürlüğün simgesi!
Atatürk fotoğraf ve resimlerini aşkla duvarlarına asmış olan bu insanlar, kanun ve kararname ile mi indirecekler bunları? Despotizm olur bu! Türklerin bu resim ve fotoğrafları kendiliklerinden indirmeleri için Atatürk’ün itibarsızlaştırılması gerekiyor. Avrupa Birliği ve AB’nin Türk lejyonerleri işte bunun peşinde. Kime ne zararı var fotoğraf ve heykellerin?!
Dinsiz statükocu!
Benzin ve mazot kokan Kámil Koç otobüs firması kendi haline bakmadan, Atatürk’ü, padişahlığa ve halifeliğe son vererek halkın geçmişini yok eden diktatör; halkın duyarlıklarını ve dinsel bağlarını köreltmeye çalışan dinsiz; Türkiye’nin gelişip ilerlemesine engel olan statükocu; kurduğu halk ordusuyla demokrasinin gelmesini geciktiren despot sayan anlayışlara karşı çıkıyor. Ve böylece AB’yi, emperyalizmi, ulusal devlet düşmanı postmodern ideolojiyi, tarikatları, tekke ve medreseleri karşısına alıyor.
Bu kafayla giderse holdingleşemez, herhangi bir ihale kazanamaz! İflas ettirilmezse haline şükretsin! Atatürk’lü takvim vereceğine, Mızraklı İlmihal ile hacı yağı dağıt be kardeşim!
* Özdemir İnce / Hürriyet
*****
Dün dündür, bugün bugün müdür?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül daha önce başbakan iken imzalamayıp şerh koyduğu YAŞ kararlarını şimdi neden imzaladığını açıklarken bakın ne diyor:
“Siyasetten arınmış bir kişi olarak onaylamanın daha doğru olacağı kanaatine vardım.”
Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamalarında anlamakta güçlük çektiğimiz konular var!
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan olduğu günlerde siyasi kimliği olduğunu ve ona göre davrandığını ama şimdi siyasetten arınmış bir kişi olarak hareket ettiğini söylüyor ya işte bizim anlamakta zorlandığımız husus bu! Herkesin bir dünya görüşü vardır!
Bu görüşün bulunduğu makam ve mevkiiye göre değişmesini anlayamıyoruz!
Hadi biraz daha açalım.
Gül, Başbakan iken bir konuda önüne konulan karara olumsuz bakıyor ve imzalamayıp şerh koyuyorsa elbette bir bildiği vardır ve kendince doğru olanı yapmıştır.
Peki, Cumhurbaşkanı olunca ne olmuştur da aynı konuda önüne konulan kararı olumlu bularak imzalamaktadır!
Konu farklı olsa, uygulamadaki bu farklılığı anlayışla karşılayacağız!
Ama aynı konuda farklı uygulamalar ile karşı karşıya kalınca kafamız karışıyor! Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz!
Bu tavır değişikliği bize bir başka siyasinin ağzından dökülen şu sözleri hatırlatıyor:
Dün dündür, bugün bugün!
Biz diyoruz ki, kişi siyasi kimliği ile savunduğu şeyleri siyasetten arınmış hali ile de aynen savunmalıdır!
Yani dün dediklerine bugün de sahip çıkmalıdır.
Ya da bugün yaptığının doğru olduğuna inanıyorsa dün takip ettiği politikanın yanlış olduğunu deklare etmelidir!
“Dün önüme konulan kararnameleri imzalamamakla hata etmişim” deme faziletini göstermelidir!
* Zeki Ceyhan / Milli Gazete
*****
Sultanahmet ve Aziz Nesin
25 Mart 1984 tarihli Güneş gazetesinde, bizim Arka Pencere’de, o günlerde Belediye Başkan adayı olan Bedrettin Dalan ile Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin’in bir konuşmasını aktarmışız. Söz Markiz Pastanesi’nin kurtarılmasından açılıyor. Aziz Nesin diyor ki:
- Markiz’in kurtarılması için aydınlarımız fazla yaygara kopardılar. Çünkü bizim aydınlar kıçlarının birer saat oturduğu yeri tarih sayarlar. Markiz, tarihi açıdan pek öyle önemli yer değildir. Duvarlarında 3 tane çini pano vardır, o kadar...
- Peki nerelerinin kurtarılması gerekir?
- Mesela Sultanahmet Cezaevi bir kültür sarayı haline dönüştürülebilir, ziyaretçileri gezdirirken rehberler, burada Aziz Nesin yattı, şurada Emil Galip Sandalcı kaldı, orada Vedat Türkali konakladı gibisinden tarihi bilgi de verebilirler...
O yıllarda aydınlar Sultanahmet’e sahip çıkıyor. 1990’da orada kültürel toplantılar düzenliyor. Ama nafile. 1992’de tarihi bölge Bakanlar Kurulunca turizm alanı ilan ediliyor. Bakalar kurulu kararında zamanın Kültür Bakanı’nın da imzası var. Tarihe ilk hançer böylece vuruluyor... İstanbul o gün bugün pazarlamacıların elinde dört bir yanından hançer yiyor.
Noktayı koyarken Aziz Nesin’in Sultanahmet Cezaevi’nde yattığı günlere ilişkin traji komik bir anısını aktaralım...
O yıllarda cezaevinde 12 - 13 yaşında çocuklar azılı mahkumlarla aynı koğuşlarda kalmaktadır. Bu çocuklara her türlü kötü huy, her türlü sapıklık aşılanmış, hayatları kaydırılmıştır. Çok sonraları çocukların koğuşları ayrılır. Aziz Nesin bakmış bir sabah bu kayıp çocuklar avluda marş söyleyerek sabah yürüyüşü yapıyor. Söyledikleri Mülkiye Marşı...
“Başka bir aşk istemeeez, aşkınla çarpar kalbimiiiz,
Ey vataaaan gözyaşların dinsin yetiştik işte bizzz...”
* Melih Aşık / Milliyet
*****
Askerin köpeği...
O sınırdaki soğuk dağda bir asker nöbet bekliyor, yanında köpeği var.
İkisi de uzaklara bakıyorlar.
Biliyorum; asker yurdunu, köpek askeri seviyor.
Asker yurdu için, köpek asker için ölmeye hazır.
Benim önümdeki sadece bir kare fotoğraf. Ama o tek kare fotoğraf beynimde bir videoya dönüşüyor, biraz sonra asker “Oğlum...” diye köpeğin başını okşuyor.
Köpek askeri kokluyor.
(.....)
PKK’nın bomba yüklü araçlarının peşindeki polislerin yanlarında da köpekleri var.
Ankara’da, Bursa’da, İstanbul’da köpekler bombalı araçları patlamadan buldular.
Önceki gece Van’da köpek “Şaina”, büyük şehirlere doğru yol almakta olan patlamaya hazır minibüsü yakalattı. Köpekler kaç can kurtardılar bilemeyiz.
*
Ama insanoğlu köpekler kadar vefalı değildir.
Ne de köpekler kadar dost...
Bir türlü anlatamadık.
Anlamıyorlar.
Sevgili okurum Melike Aslantepe’den birkaç gün önce bir mesaj aldım:
Her zamanki gibi bu puslu kış günü de annesiyle yürüyüşe çıktılar.
Veterinerin olduğu caddedeki bankta bir kadın oturuyordu. Kadının yanında ayaklarında serum bantları olan bir köpek vardı. Köpek halsiz, hasta ve bitkindi. Kadın arada bir köpeği kucaklıyor, bir şeyler söylüyor, başını okşuyor, sonra banka çöküp ağlıyordu. Melike’nin annesi üzüldü, kadına yaklaşıp “Neyi var, yardımcı olabilir miyim?” diye sordu.
Kadın “Çok hasta” dedi.
Onu teselli etmeye çalıştılar, kadın köpeğini kaybederse buna dayanamayacağını anlattı.
“Üzülmeyin” dediler:
“Siz elinizden geleni yapıyorsunuz. Ölürse hep birlikte size bir başkasını buluruz.”
Kadın köpeğine yeniden sarıldı.
Dudakları titrerken şu cümleyi söyleyebildi:
“Başkası olmaz, bu benim şehit oğlumun köpeği...”
* Bekir Coşkun / Hürriyet