Abimizin bir bildiği var mı?..
Bazen hafakanlar sizi basar. "Ne yazsam?" der, klavye etrafında dolanır durursunuz. Cemil Meriç'in "kriz entelektüel!" dediği şeyin sonucudur.
Adresini bulamayan yazıları yazıyor olma vehmine kapıldığınız zamanlar bu anlardandır. Hep aynı şeyleri yazmayı anlamlı bulmazsınız... Durum ortada iken neyin yorumunu yapacaksınız?
Hali en iyi resmeden kavram bu: Durum ortada.
Epeyce bir süredir, yaptığım işlerde "derin" anlamlar aramıyorum. Etrafımdakiler "hoca bunu şunun için yapıyor!" vehmine kapılsa da yaptığım şeyin derin anlamları yok. Subliminal mesaj vereyim diye kendimi zorlamıyorum.
Gayet basit bir mantıkla, önce zahire bakıyorum. Anlamlı ise derinine doğru bakma zamanı gelmiş demektir. Biz buna "sorgulama" diyoruz.
Yani "derine" inmek birilerinin zannettiği gibi aklın kifayetsizliğine hükmedip teslim olmak değil, derin sorgu demek. Latin feylesofların tabiri ile "quaestio" yapmak.
Geçen haftaki yazımı beğenmeyince beni "CHP'li-Laikçi"liğe evrilmekle suçlayanlara koz vermiş olacağım ama çok mu "pozitivist" oldu?
Karar süreçlerinde kadim değerlendirme tarzımız beni yönlendiriyor: "İçteki güzelliğin dışa yansıması". Eğer iyi bir şey varsa zahire yansır diye düşünüyorum. Bazen beynimi zorlamıyor değilim. Tıpkı şu günler gibi. Lâkin bir şey çıkmıyor.
Gözümü kısıyor bir daha bakıyorum, bir dizi repliği ile, "derune derune", ama yok!..
O zaman vazgeçiyor, "vay uyanık!" diyorum...
Eskilerin tabiri ile sesleneyim, ey kaari!
Bence siz de böyle başlayın.
Meseleleri basitleştirerek anlamaya çalışalım. Her basit problemi çözdükçe bir sonraki kompleks probleme geçelim. Puzzleın en son noktasına da "abimizin bir bildiği vardır"ı koyalım.
"Mavra" yapmıyorum, bizim için düşünenler olduğu vehmiyle hayli zamandır kullandığımız "abimizin bir bildiği var" yöntemini bırakıp kısmi de olsa akıl/muhakeme yöntemine dönelim.
Demek istediğim şu: Evliya kerametinden devşirdiğimiz "ağabeyimizin bir bildiği var" yöntemi ile başlamayalım bu kez.
Önce "akledebileceklerimizi" akıl ile çözmeye çalışalım. Mesela önümüze konanı okuyalım, zor mu? Okuyan birini bulalım. Basit mantıkla okuduğumuz ile memleketin beka problemi arasında ilişki kurmaya çalışalım.
Kafamıza yatarsa "evet! Yıllardır arayıp da bulamadığımız şey bu!" diyelim...
Anlamadık mı, kuramadık mı?
O zaman, yıllardır bizi mahalle kahvesine mahpus eden "abimizin bir bildiği var" retoriğine "kaderimse çekerim" diyerek iman ederiz.
Sonuç...
Dünya ve yapılanlar o kadar "kompleks" değil. "Hayır! Çok karmaşık günlerden geçiyoruz, abimizin var bir bildiği" diyesi olanlara sadece o "bilinen" şeyin ne olduğunu sorun.
Kendileri de biliyorsa ve onların bildiği de sizi tatmin ediyorsa, "evet" diyerek siz de dalın "derinlere".
Uyuyanlara Ağıt
Halimizi Galip Erdem 1963'te dile getirmiş. Üzerine yazacak bir şey yok. "Uyuyanlara Ağıt" demiş Cennetmekân...
"Derin bir uyku içindesiniz. Rahatsınız, huzurlusunuz, memnunsunuz! Olup bitenleri görememenin, uyandırılacağınızı düşünememenin keyfini sürüyorsunuz. Saadetinizin hep böyle devam etmesini, hiç uyandırılmamanızı isterdim. Fakat maalesef bir gün gelecek, siz de uyandırılacaksınız. Yazık ki o zaman, "Artık çok geç olacak!" Bir daha uyumak şöyle dursun yatak bile bulamayacaksınız.
Ve o vakit, sizin hesabınıza üzülmek yine bize düşecek.
Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz. Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından korkuyorsunuz. 'Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar' diyoruz, aldırmıyorsunuz. Sözümüze kulak verirseniz, tedbir almak gerekeceğini anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz. Bir tek endişeniz var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.
....
Kurtuluş ümitlerine vedâ etmeden uyanmanızı istiyoruz.
İyi niyetimize akıl erdiremiyor, gayretlerimize yabancı kalıyorsunuz. Hatta biz olmasak daha rahat uyuyacağınızı sandığınız, bu yüzden bize düşman kesildiğiniz bile oluyor. Yine de baş ucunuzda davul çalmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Gözünüzün açılması için ne mümkünse yapacağız.
Gafletten sıyrılmaya, biraz da sizin çalışmanızı bekliyorsak, acaba haksızlık mı ediyoruz?"