Abdullah Gül o sözü söyleyince..

Abdullah Gül’ün, “AB’ye belki biz ’hayır’ deriz” dediğini gazetelerden okuyunca Erdoğan’ın grup toplantılarında geçmişle hali mukayese ederken söylediği “Neredeeen, nereye?” sözlerini hatırlayıverdik.
Hem Gül’ün Başbakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı sırasında ve hem Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturduğu ilk dönemlerde AB kendileri için ekmek ve sudan bile elzem görünüyor, “Ne pahasına olursa olsun AB” diyor başka bir şey demiyorlardı.
O günlerde (AKP iktidar olalı birkaç ay olmuştu) bir gece partinin “derin adamlarından” biri ve kim olduklarını şimdi hatırlayamadığım yanındaki iki kişi ile AKP Genel Merkezinin yemekhanesinin bir köşesinde oturmuş bazı konuları konuşmuş ve biz o gün AKP’yi yönetenlerin hem Kıbrıs hem AB bahsinde “devlet adamı” ciddiyetiyle bağdaşmayan söz ve davranışlar içerisinde olduklarını, bu tavrın Türkiye’ye pahalıya mal olacağını ama muhataplarından hiçbir karşılık göremeyeceğini dilimizin döndüğünce izaha çalışmıştık.
Çünkü AKP yönetimi Kıbrıs’tan Türk tarafı ve Denktaş’ı, Türkiye’den ise asker, bürokrasi ve muhalefeti AB’den kiminle karşılaşsa şikâyet ediyor, içeride AKP’yi destekleyen ve kendilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile tarihi bir hesaplaşma içersinde görenler ise işte bu AKP’ye “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınıyoruz” desteği veriyorlardı. Bu zihniyet, karşılarında Türk’ten, Türk’ün tarihi ve dini olan İslâm’dan da hiç hazzetmeyen ve intikam almak isteyen, iflah olmaz bir sömürgeci, bir emperyalist olan bir Haçlı Dünyası’nın olduğunu hiç hesap etmeyen bir zihniyetti bu zihniyet. Acaba muhatapları olan Haçlı emperyalistler kendilerine ait her şeyi kötüleyen ve şikâyet eden “bizimkileri” dinlerken içlerinden neler geçirdiler, hep merak etmişimdir..
Neyse işte onlar bugün, “AB’ye belki biz hayır deriz” yahut “Brüksel kriterlerinden vazgeçer, Ankara kriterleri diyerek yolumuza devam ederiz” noktasına geldiler. Geldiler ama bu Türkiye’ye çok pahalıya mal oldu. Gelişen süreçte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını Türk İslâm dünyasını parçalama plânlarının başına geçirdiler ve onu bir Haçlı-Siyonizm projesi olan, “Genişletilmiş Orta Doğu Projesi’nin Eş Başkanı” olmaya davet ettiler, o da bunu kabul etti, kabul etmekle kalmadı, “Gurur duydu” . Gurur duymasa göğsünü gere gere, biz işte böyle bir görevdeyiz diye anlatırlar mıydı?
Yine bu teslimiyet neticesinde Londra ve Zürich antlaşmalarından doğan hakkımız devre dışı bırakılarak Kıbrıs Rum Kesimi AB üyesi yapıldı, karşılığında ne Türkiye’ye ne Kıbrıs Türk tarafına zerre bir şey koklatılmadı.Yine bu taviz neticesinde İsrail’in Dicle ve Fırat sularının kullanımında söz sahibi olması gerektiği AB metinlerine geçti.Ve bu teslimiyet karşısında Batrtoholeos için Yüce Divan’a gitme göze alınarak Lozan çiğnendi. “Hoşa gitmek için” o kadar ileri adımlar atıldı ki, temizlendiğinde kimi Avrupa ülkesinden daha büyük bir alan kazanılacak olan Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı alanların 49 yıllığına (gerçek sahibi MOSSAD olan) bir İsrail firmasına devri için çok uğraşıldı.Bu konuda o kadar ileri gidildi ki çileden çıkacak noktaya geldik. Biz eleştirdikçe Erdoğan, “Para’nın dini imanı olur mu?” diye akıl yürüterek güya karşı çıkıcıları küçük düşürmeye çalıştı.
Bakınız bu günler ne ilginç günler.
Erdoğan’ın Eş Başkan olduğu Genişletilmiş Orta Doğu Projesi gereği Suriye’de kan akmaya ve Suriye’den Türkiye’ye Saddam’ın kimyasalından kaçan Kürtler misali can havliyle insanlar kaçmaya başladı. Irak’ın kuzeyinde “Kürdistan” işte bu taktikle kurulmamış mıydı? Sayın Erdoğan’ın dediği olsaydı, Türkiye Suriye sınırı bugün İsrail istihbaratı MOSSAD şirketinde bulunsaydı Suriye’den kimler kaçırılırdı, o bölgeye kimler yerleştirilirdi ve yerleşen kişiler kimlerin himayesine alınır sonra da Irak’ın kuzeyi ile bu himaye topraklar nasıl birleştirilirdi?
Velhasıl..
Yine biz haklı çıktık..
Yine epeydir Erdoğan ve ekibi Türkiye’yi federasyona götürerek rahatlatacağız diyor, biz ise parçalayacak, iç savaş çıkartacaksınız diyoruz. Ne olur bu sefer olsun bizi dinleseler...

Yazarın Diğer Yazıları