ABD'nin ağını nerede ördüğü belli!
Atatürk, Amerika’nın Türkiye’yi demir ağlarla örmesini istemiş... Konuyla ilgili akademik çalışmalardan cımbızladığı satırları referans gösteren Mustafa Armağan, Zaman’daki yazısında Cumhuriyet’in Atatürk liderliğindeki ilk yıllarında ABD şirketlerine “bugün hayal bile edilemeyecek imtiyaz kanunları” çıkarıldığını iddia ediyor. Chester Projesi’ne atıfla;
“Yeraltı kaynaklarımızın neredeyse tamamını bir ABD şirketinin avucuna koyan bu kanunun “kurtuluş” savaşından çıkan bir ülkede verildiğine insanın inanası gelmiyor ama vakıa bu” diyor.
***
Armağan haklı, Chester Projesi Türkiye’nin yerüstü ve yer altı kaynaklarını ipotek altına alınmasını sağlayabilirdi; gerçekleşseydi! Almanya, Fransa ve İngiltere’nin bölgede kendilerine ABD gibi yeni bir paylaşım ortağı istemedikleri için Osmanlı’ya baskı yapması sonucu 1909’da onaylanmayan Chester Projesi yeniden 1920’de, Ankara hükümetinin “ulaşım ağı”na her şeyden çok ihtiyaç duyduğu günlerde gündeme getirildi. Amerikan şirketi ile yapılacak sözleşme görünürde “milletimizin hukuk ve kanunlarına” uygun idi. Velakin “çıkarlarımıza” hizmet edip etmeyeceği belirsizdi. Sözleşmeye göre OADC (The Ottoman-American Development Company) Anadolu, Musul, Kerkük, Süleymaniye bölgesinde 4.400 kilometreye yakın demiryolu ile kıyılarımızda üç liman yapacak, karşılığında ise hattın her iki yanındaki 40 kilometrelik şerit içinde var olan ve sonradan çıkarılacak petrol dahil bütün kaynakları, arazi bedeli olmaksızın 99 yıllığına devralacaktı! Tarihçi değilim. Ama Chester Projesi’na dair karşılaştırmalı okumalarımdan çıkardığım sonuç; Ankara açısından bu denli ağır bir bedelin göze alınmış olmasının tek nedeni İngiliz işgali altındaki Musul’u yeniden Türk sınırlarına dahil edebilmek konusunda Lozan’da Amerikan desteğini alabilmekti. Lozan’daki görüşmeler gösterdi ki; ABD, İngiltere’ye karşı yanımızda yer alabilecek bir müttefikten ziyade ancak bölgedeki sömürgeciliğin alternatifi olabilirdi. Nitekim Chester Grubu Musul konusunda vaat ettiği desteği verse bile ABD tek bir şirketten ibaret değildi ve “bütün Mezopotamya petrolleri”ne dair planları olan dev petrol şirketleri Amerikan devlet politikasının asıl belirleyicisi idi. Bu tecrübenin akabinde neler olduğunun haberini 23 Kasım 1922 günü New York Times verdi: İsmet İnönü, Lozan’daki Konferans Salonun kapısına “Amerikalıları istemiyoruz yazılı bir yafta astı! Ve Chester Projesi de, sözleşmeyi “2. Sevr” olarak nitelendiren Atatürk’ün talimatıyla feshedildi!
***
Şimdi... Atatürk’ün bir yabancı gazetede yayımlanan “Kalkınmamızda Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız” demeci üzerinden “küreselleşmeci” yorumu yaparken aynı Atatürk’ün “Devleti yabancı sermayenin jandarması yaptırmayız” tavrını yok sayması bir “bilim insanı”na yakışır mı?
***
The Economist, “Türkiye en kısa sürede ekonomisini yeniden kurmak ve ekonomik faaliyetlerini canlandırmak zorundadır. Fakat bunu yabancı sermaye ve teknolojinin yardımı olmaksızın gerçekleştirebilmesi olanak dışıdır. Türk ulusu bir yandan ülkede yabancı çıkarların katı bir kesinlikle Türkiye’nin ulusal egemenliğine bağımlı kılınması diğer yandan hızlı bir ekonomik kalkınma hamlesinin gerçekleştirilmesini isterken, bu iki isteğin çeliştiğini kimse düşünmüyor” diyordu 7 Eylül 1923’te. Belli ki Armağan’ın düşünce sistemi de The Economist ile aynı istikamette. Hadi onlar 90 yıl önce, Atatürk’ün bu çelişkiyi bertaraf edecek dehasını göremedi. Ya Armağan? 90 yıl sonra, elimizde Atatürk’ün yabancı sermayeyi “Tam bağımsızlıktan taviz verilmeyecek, maliyenin geleceğini tehlikeye atacak düzeylere ulaşmayacak, tüketime değil üretime harcanacak” şekilde kabul ettiğinin sayısız belgesi olduğu halde, “milli ekonomi modeli”nin oluşturulduğu o yıllara nasıl vurabiliyor “tavizkar” etiketini? Evet Atatürk 1930’da kibrit tekelinin bir Amerikan şirketine devredilmesi karşılığında 10 milyon dolarlık kredi kabul etti. Ama bununla ne yaptı biliyor musunuz? Merkez Bankasını kurdu! Evet Atatürk 1934’te 8 milyon dolarlık Sovyet kredisini de kabul etti? Peki onu ne yaptı biliyor musunuz? Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Yatırımlarını hazırladı! Evet Atatürk 2 milyon 745 bin sterlik İngiliz kredisini de kabul etti. Ya bunu ne için kullandı biliyor musunuz? Karabük Demir Çelik Tesisleri için! Bir yandan “yabancı sermaye” desteği alırken, öte yandan ne yaptığını biliyor musunuz? “Türk’ün kendi yurdunda, kendi diline ve yasasına uymayan kuruluşlarla ilişkide bulunamayacağı” kararı doğrultusunda 1931-1938 arasında bir çok imtiyazlı yabancı şirketi “millileştirdi”; Almanların elindeki Ergani Bakır Türk Anonim Şirketi, Fransızların elindeki Keçiborlu Kükürt madeni imtiyazı böyle feshedildi.
***
Celal Bayar, Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumun sosyo-ekonomik halini şöyle tahlil etmişti: “Köydeki ağa ile çobanın arasındaki fark, donunda ve pantolonundaki yamaların sayısından ibaretti. Ağa belki zeytinin yanına pekmez de koyabiliyor, çoban zeytinle yetiniyordu.” “Aydın” olan, memleket o haldeyken, 1920’de yüzde 68’i yabancı bankaların elinde olan mevduatta bu payı 1937’de yüzde 9’a indirmeyi başaran Atatürk’ü mü kalemine dolamalı? Yoksa onu bu başarıya taşıyan “milli bankacılık” politikasının ürünlerini bir bir satışa çıkaranları mı? Sayın Armağan, Atatürk bütün yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı teslim heveskarı olduğu için mi, “kefen bezini bile Japonya’dan alan” sıfır üretime sahip, savaş yorgunu ve yoksulu bir ülkede MTA gibi bir kurum yarattı, ETİBANK’ı kurdu? Daha dün, medyada yazıp çizenlere nasıl sesleniyordu Erdoğan: - İnsaf edin!
Selcan Taşçı
BASINDAN SEÇMELER
Nezaketsizlik etmek
istiyorum ama yasalar var
Kilim ve halı Türk evlerinin olmazsa olmazıdır... Onlar bizim toplumumuzda sadece yere serilen örtü anlamına gelmez... Asıl anlamları, üzerindeki motiflerde gizlidir!
İşte; Türk halı ve kilimlerindeki bazı motifler ve anlamları:
***
Nazarlık: Kem gözden korur...
Elibelinde: Annelik, dişilik ve verimlilik işaretidir...
Koç boynuzu: Erkeği, üretkenliği, kahramanlığı ve gücü temsil eder...
Hayat ağacı: Sonsuzluğa, ölümsüzlüğe inançtır...
(...)
Dört yıldız: Basiret bağlanmasını ve iradesizliği anlatır!
***
Bu sembollerin sonuncusu; önceki güne kadar kimse tarafından bilinmiyordu. Bu yüzden şimdilik hiçbir kilimde ya da halıda dört yıldız motifi göremezsiniz!
Ne zaman ki “dört yıldızlı” Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 25 askerimizin şehit olduğu Afyon’a gitti ve Afyon Valisi’ni ziyaret etti... İşte; o anda onun omzundaki “dört yıldız” da Türk kilimciliğine girdi!
Çünkü Afyon Valisi, 25 şehidimizin daha kimliklerinin bile tespit edilemediğini umursamayıp, vilayetinin reklamını yapmak için Necdet Bey’in eline hemen bir “Bayat Kilimi” tutuşturuverdi! Yetmedi; bu sırada çekilen fotoğrafı da internete koydurdu.
İşin ilginci Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en yüksek rütbeli, en güçlü subayı, kendisini nasıl savundu biliyor musunuz?
“Sayın Vali’nin şahsına ve makamına nezaketsizlik olmasın düşüncesiyle, ani gelişen davranış karşısında herhangi bir reaksiyon gösteremedim.”
***
Gördüğünüz gibi omzunda “dört yıldız”lı rütbe taşıyan en güçlü komutan, o skandal hediyeleşmeyi “nezaketsizlik yapmama” gerekçesine bağlıyor!
Bu sözleri Genelkurmay Başkanı’nın ağzından duyunca, son günlerde tırmanan terör karşısında neden suskun kaldığını da anlamış oldum:
“Terör örgütüne nezaketsizlik etmemek...”
Eminim bu yüzden “herhangi bir reaksiyon gösteremiyordur...”
***
Yirmi beş delikanlı öldü; yirmi beş!
“Kısa künye“lerini ezberlemek bile; her babayiğidin harcı değil...
Bu çocuklar baba ocağından çıktıkları andan itibaren, Genelkurmay Başkanı’nın çocuklarıydı...
O ne yaptı?
Afyon’a gitti, olayın meydana geldiği yerde kısa bir tur attı, birkaç subayı fırçaladı, sonra vilayete gidip şilt verdi, kilim aldı!
Çünkü “nezaketsizlik edemedi...”
***
“Dört yıldız”ı “basiret bağlanması ve iradesizliğin” sembolü olarak kilim motifine dönüştürenlere elbette söyleyecek çok sözüm var...
Yani... Bayağı bir nezaketsizlik etmek istiyorum aslında; ama...
Neylersiniz; yasalar ortada!
Mustafa Mutlu Vatan
+++
Doğru; ’tane’ydi onlar.
Ama kocaman bir nüansla: Ağızdan hoyratça savruluveren istatistik datası değil; annelerinin ’bir tanesi’ydiler.
Çiğdem Toker Akşam
+++
Kendin terörsün
150 Bu gözyaşları, bu acılar...
Bu eksilmeyen tabutlar...
Bu bitmeyen ölümler...
Dört bir yanda bu sonu gelmez terör...
Senin çağdaşlığı ve uygar dünyayı reddeden kafanın eseri...
Bizzat terörsün... Nasıl bitebilir terör?..
Bekir Coşkun Cumhuriyet
+++
O “umut kırıcı”
lafları medya
zorla söyletti sanki
Yaşanan her olaydan sonra basına yüklenmek adet oldu. (...)
Aklı olanın medyanın haberlerinden çok ‘yetkililerin’ sözlerinin halkta galeyan duygusu ve endişe uyandırdığını anlamaması mümkün değil. Evlatları, yakınları ölen vatandaş ‘takdiri ilahi’ cevabına tahammül edebiliyor mu?
Peki her şeyi bir yana bırakıp ‘tanıtım peşinde koşan’ Vali ne his uyandırıyor? Yaşananlara dair söyleyeceklerini bekledikleri Genelkurmay Başkanı’nın ‘Her şey ortada söyleyecek bir şey yok’ demesi umut kırmıyor ama medyanın haberleri veriş biçimi kırıyor öyle mi? Esas mesele;
Bunca yaşanan facianın ardından geriye sadece devlet erkanının yaptığı talihsiz açıklamalar ve medyanın neyi haber yapıp yapmayacağı tartışmaları kalıyor.
Afyon’da cephaneliğin patlamasına neyin neden olduğu geri planda kalıyor.
Büyük ihtimalle yakın geçmişte yaşadığımız bir çok örnekte olduğu gibi Afyon’da yaşanan da belirsiz kalmaya mahkum olacak gibi görünüyor.
Tuğçe Tatari Akşam
+++
Afyon Valisi, Genelkurmay Başkanı Özel’e çeşitli hediyeler ve plaket vermiş. Topyekün savaşa girmeden bu kadar çok şehit verildiği dönemin anısına binaen mi? Haldun Ertem
Açık Pencere (Milliyet)
+++
Yönetim biçimi, yönetim düzeni, yönetim felsefesi, yönetim anlayışı, baştan sona insan düşmanlığı üzerine kuruludur. İnsanı yaşatmak değil öldürmek üzerine!.. Tepeden, en alt birimlere kadar... Türkiye bir cenaze evi olmuştur, asla unutmayacağımız temel gerçek budur...
Orhan Bursalı Cumhuriyet
+++
KISA... KISA.... KISA... KISA....
Afyon hatırası
Dokuz ayda Güneydoğu’da asker-sivil kayıp sayısı yüzlerle ifade ediliyorsa Genelkurmay Başkanı, üzülmekle yetinmeyip gereğini yapmalıdır. 25 şehidin ardından “Afyon hatırası” olarak çektirilen kilimli fotoğraf ise istifa için tek başına yeterlidir. (...) Necip Torumtay, Körfez krizinde Özal’a rağmen 50 yıllık üniformasını çıkaracak cesareti göstermişti. Özel’in istifası sivillere de örnek olur. Belki arkası gelir!
Derya Sazak Milliyet
+++
İstifa mı(!)
Hediyeci Afyon Valisi merkeze çekilir mi? Hayır..
Genelkurmay Başkanı istifa eder mi veya görevden alınır mı? Hayır.. Afyon’daki patlamanın üstü kapatılır mı? Evet.. (...) 9 Eylül 2011 itibariyle durumumuz budur..
Size iyi pazarlar!..
Mehmet Tezkan Milliyet
+++
Orman Bakanı’na söyle
“Dur ve bekle, incelemesi yapılacak” sözünü hak eden medya ve emekli askerler değil, olayın hemen arkasından “sabotaj değil kaza.. Pakistan ve Hindistan’da da bu kazalar oluyor” diyen Orman Bakanı’dır. (...) Beklenmesi gereken durumda bir bakan ortaya fırlayarak (Tokat saldırısını PKK üstlenmeden önce aynı şey yapıldı, Ergenekon soruşturmasıyla bağlantı kurma çabası ortaya çıktı ve sonuçta büyük bir yanlış oldu) böyle bir açıklama yapmaz.
Ruhat Mengi Vatan
+++
DÜZELTME VE NOT:
Cumartesi günü yayımlanan “Tampon Bölge Silivri”de yazısında, mahkeme salonunda gördüğüm Ümraniye sanıklarını sıralarken Deniz Yıldırım yerine Ufuk Yıldırım yazdım. Deniz Yıldırım ve Ufuk Akkaya aynı kurumda çalışan iki gazeteci; hatta Ulusal Kanal’da o kadar çok yan yana gördük ki; “ikisi bir arada” yerleşti algımıza. Demek ki bilinçaltım Ümraniye davasıyla ayrılmalarını kabullenemedi. Ufuk Akkaya ile Deniz Yıldırım’dan “Ufuk Yıldırım” biçiminde karma bir tek kişi meydana getirdi!