ABD’den gelen yıldız basketbolcunun vatan özlemi!
Milliyet’in birinci sayfasındaki o başlığı gördüğümde, “Herhalde bir yanlışlık oldu” dedim; Karl Malone’la yapılmış (Ukala sazanlar atlamasın bu teyze kaç yıl öncede yaşıyor diye, benim Utah’la en bütünleştirdiğim isimdi diye onu seçtim) bir söyleşiyi yanlışlıkla Mehmet Okur fotoğrafıyla yayımlamış olmalılar...
Memleketine dönmüş değil de yurtdışına transfer yapmış “vatan özlemi” içindeki birinin cümleleri çünkü Okur’a mal edilenler... Öyle ya, insan neden kendi ülkesinin başkentine bakıp da “Ne kadar da bizim oralara benziyor” edebiyatı yapsın ki... (Bizim oralar “Utah” oluyor bu arada!)
İnsanın dokuz yıldır ayrı kaldığı ülkesine döner dönmez, ayağının tozuyla verdiği ilk demeçte “Dünyanın neresine gitsek Utah’ı özlüyoruz” demesi garip değil mi?
Yalova doğumlu... Oyak, Tofaş, Efes; bu ülkede yetişti... 14 yaşında “milli forma”yı giydi... Amerika’da yaşadığı zamanı toplasan hayatının üçte biri bile etmiyor...
Ve...
Türkiye’ye dönüşünde neden Telekom’u seçtiğini soran gazeteciye şöyle diyor:
“Çünkü Ankara Utah’a çok benziyor!”
Yabancılık çekmek istememiş yani!
Ama istemese de çekecek. Çünkü o artık “nasıl derler bizim dilimizde” hatırlamadığından olmalı, lokavta “lockout” diyen biri!
Tanrı’nın oğlunu kargoya mı verecekti
Antalya Perge’den kaçırılarak ABD’ye götürülen ve Boston Müzesi’nde sergilenen Yorgun Herakles heykelinin üst kısmının Tayyip Erdoğan’ın -hani şu gazetecilerin binebilmek, koltuğunu muhafaza edebilmek için neredeyse Telli Baba kapıları arşınladığı - uçağı ile Türkiye’ye getirileceğini müjdeleyen haberi okurken aklıma ilk gelen, geçen hafta Van’da şehit olan 20 yaşındaki Hasan Hüseyin Oğuz oldu.
Mayın patlamasıydı. Dolayısıyla içinde vücudunun hangi kısımları vardı bilemiyoruz ama, Albayrak Hudut Tabur Komutanlığının şehit askerini taşıyan albayrağa sarılı tabut, “kargo uçağı”na konuldu.
Şehidin askeri kargo uçağından indirilen cenazesi ailesine, bir gece vakti, neredeyse gizli gizli teslim edildi.
Paket gibi...
Hoş dirisi gelse ne olacak ki...
PKK’nın kaçırdığı 8 askerimizi Başbakanlık uçağı mı gitti almaya sanki. Peşmerge kıyafetleri giyinmiş DTP’liler getirdi!
***
Eee boru değil canım Herakles bu tabii... Senin Mehmet ile Emine’nin oğluna benzer mi!
Gayrimeşru filan ama -caizdir Yunan tanrıları arasında- kooooca Miken Kralı’nın kızı Alkmene’nin yani bir prensesin evladı; Küçük Prens bir nevi!
Babası da Zeus; ondan sorulur Olympos ahalisi...
Senin Hasanının, Hüseyininin kıskıvrak yakalandığı “yılanlar”ın hakkından, daha birkaç günlük bebekken geliyordu Herakles; Tanrı’nın oğlu!
Görevi “vatanına sahip çıkmak” olan Hasan, kalp yerine taş taşımaya başladığımız için, sessiz sedasız girdi toprağın bağrına...
Görevi arslan yenmek, yaban domuzu yakalamak, kuş kovalamak, boğa gütmek, geyik avlamak filan olan Herakles, “taş oldu” diye Başbakan elleriyle getirdi “memleket toprağı”na!
Bence bir de resmi tören düzenlenmeliydi!
Hem “Herakles ölmez, vatan bölünmez” diye arıza çıkarılma ihtimali de yoktu... Şöyle iki zeybek, iki sirtaki; Ege’nin iki yakası hikayesi...
Hiç olmazsa dün şehitlerimize yine kör, yine sağır, yine dilsiz olan manşetler şenlenirdi!
“Taha Akyol’un ne olduğunu iyi biliriz...”
Milliyet’ten Hürriyet’e transfer olan Taha Akyol, Akşam’dan İpek Özbey’e verdiği röportajda hakkındaki eleştirilere cevap veriyor:
“Benim ne olduğum biliniyor. Hürriyet’e bir renk katmış olacağım...”
Akyol haklı, bunca yılda herkes öğrenmiştir herhalde “onun ne olduğunu” ...
Ama en çok çalışma arkadaşları.
Onun için biz hiç “Taha Akyol’la gazete kurtarmak” heveslilerine, “Taha Akyol’la Tercüman’ı kurtarmak” isteyenlerin başına gelenleri hatırlatıp gözlerini korkutmayalım...
Sözü Akyol’la dip dibe çalışmış bir isme, Hasan Pulur’a bırakalım:
“Taha Akyol’u tanırız, tanışıklığımız o kadar derindir ki, Taha Akyol odasını Milliyet’ten ”CNN Türk“e taşırken de, tekrar Milliyet’e dönerken de bize bir ”merhaba“ bile dememiştir. Oysa yıllarca yan yana iki odada oturmuşuzdur, Sami Kohen’in kulakları çınlasın o da Taha Akyol’un odasının yanındaki odadaydı.
Taha Akyol’un Tansu Çiller’in ya da Mesut Yılmaz’ın bakanlarına sabah sabah çektiği fırçalar hiç unutulur mu?
(...)
”Hürriyet eskiden çok sesli büyük bir gazeteydi. Sonra küçümsendi, az sesli oldu. Şimdi Taha Akyol sayesinde tekrar çok sesli büyük gazete oluyor.
Haydi hayırlısı! “
Yalnız, güzel ve ordusu yaralı ülkem
Büyük ödülü alan bizden bir film yönetmeni, teşekkür konuşmasında; “bu ödülü beni bugünlere taşıyan yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum...” ana fikrinde bir konuşma yapmıştı.
Hatırlar mısınız?
Duygularımızı okumuştu.
Hepimize tercüman olmuştu.
Yalnız ülkeydik.
Film yönetmeni “üç kelime” ile 3 bin sayfalık yalnızlığımızı anlatmıştı. Yaklaşmak istediğimiz batı, içimizdeki bazı kalem sahiplerini kullanarak tarihimizi, geçmişimizi, her şeyimizi eleştiriyor, bizi yalınız kalmaya itiyordu.
Komşularla da sorunluyduk.
Sonra bir rüzgar estirildi.
“Sıfır Sorun” hedefi dediler.
Dünya, birbirine düşman iki dünya olmaya devam ediyordu fakat biz, ülkemizin tüm komşuları; Irak, Suriye, İran, Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs, Bulgaristan, Azerbeycan, Rusya, Gürcistan, uzak komşularımız İsrail ve ABD ile sıfır sorunlu olmuştuk. Sıfır sorun hedefini koyan bugünkü iktidarın Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu da; bakan oluşunun yıldönümünü İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde Türkiye’den 15’e yakın gazeteci götürerek, “seminer seanslarıyla” kutlamıştı.
***
Kutlama bir yıl önceydi.
Herhalde Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’in bir anfisinde (ders dinlenen salon) toplanan Türkler, oturup Türkiye’nin dış politikada “sıfır sorun başarısını” konuşup Türkiye’deki insanların okuduğu gazetelere Türkçe övgüler yazınca başka bir fiyakalı oluyor(!)
İyi hatırlıyorum.
Sıfır sorun başarısını Türkçe yazmak için İngiltere’deki bu ünlü üniversiteye giden kalem sahiplerinden biri önceki gün köşesinde; “Sıfır sorundan herkesle soruna” başlıklı bir yazı yazmak zorunda kaldı.
Sıfır sorun nanay olmuştu.
Türkiye herkesle kavgalıydı.
***
Üstelik ordusu da yaralıydı!
Necati Doğru / Sözcü
Komutansız savaşacaklar
Zamanında orduya kızan Adnan Menderes “Bu orduyu yedeksubaylarla da yönetirim” demişti. (...) Adnan Menderes sadece söylemişti, ama Tayyip Erdoğan başardı maaşallah. (...) Ne oluyor yani; amireller tutuklu olunca gemilerimiz denize açılamıyor mu?
(...) Hülya Avşar şarkı söylüyor, Ajda Pekkan dans ediyor, Fadıl Akgündüz ilk Türk arabasını yapıyor, Rasim Ozan futbol konuşuyor, Ahmet Işıkara en seksi, Mehmet Ali Birand en yakışıklı ünvanlarını taşıyor, CHP iktidara oynuyor, iktisatçı Haşim Kılıç hukukun en tepesinde, öz be öz Türkler Kürtçü, cami kapısını görmemişler türbancı, Türkçe özürlüler yıldız TV programcısı, asker savaşa komutansız gidiyormuş çok mu yani....
Can Ataklı / Vatan
Soru: Başbakanımızın BM konuşması en çok kime yaradı?
Yanıt: Erdoğan yalakalığında aşama kaydetmek için fırsat kollayan bazı yazarlara...
Haldun Erdem
Daimi uçak vizesi
Eee onun işi uçağın diğer yolcularına göre biraz daha zordu tabii. Herşeyden evvel “rüştünü ispat” etmeliydi, “ben de başarabilirim” mesajı vermeliydi ki daim olsun “Başbakan’la Amerika” seyahatleri...
Ama Allah var, Mehmet Ali Birand uzun zaman sonra kendisini “uçağa layık” görenleri mahçup etmedi. Bakın nasıl da “yağ” gibi akıp gitti kelimeleri:
“Kolay mı? Koskoca Genel Kurul salonuna hitap edecekti. Biz Türküz. Böyle şeyleri çok ciddiye alır ve bir onur meselesi yaparız. Kürsüye Türkiye adına çıkacak olan kişiyle gurur duymak isteriz. Erdoğan,Genel Kurul Başkanı tarafından kürsüye çağırılınca, hepimizin ağzı kurudu. (...) Salondakiler de yavaş yavaş uyandılar. Farklı birinin konuştuğu ve farklı birşeyler anlattığının farkına vardılar.
Güçlü bir konuşmaydı. İçi doluydu. İyi hazırlanmıştı. (...) Salonda bulunan Türkler bu konuşmayla gurur duydu.”
Bir de iyi tarafından bakalım. Uçak vizesi almaya çalışırken attığı taklalar sonucu nasıl bir “sarsıntı” yaşadıysa artık, Birand Türklüğünü hatırladı! Hatta bundan “gurur duymayı”!