ABD menfaatlerine dokunan yanar
Ali Bulaç’a gazetesinden “mahalle baskısı”
Son dönemde AKP iktidarının dış politikasını hedef alan sert eleştirileriyle dikkat çeken Ali Bulaç’a en manidar tepki kendi gazetesinden geldi. Zaman yazarı Ali Ünal dünkü köşesinde “Ali Bulaç beyin İslâm gücü teklifi ve Türk askerinin Afganistan’da ne işi var sorusu, hep zeminsiz ve pratiksiz idealizmin ve İslâm’a teorik yaklaşımın sonucudur” dedi.
Kabil’de 12 askerimizin şehit olmasının ardından “Afganistan’da ne işimiz var” diye soran Bulaç, Türkiye’nin, NATO/ABD’nin çıkarları uğruna Müslüman ülkelere dönük işgal ve saldırıların parçası olmasına karşı çıkmıştı.
Türkiye bağımsız değil!
İtirazlarını dün de -bu kez “İran” üzerinden- sürdüren Bulaç yandaş medyada “ABD baskısı altındaki Türkiye’nin bağımsız olmadığını” itiraf eden ilk isim oldu:
“Türkiye’nin ağır bir ABD-Batı baskısı altında olduğu bir gerçek. Türkiye, Batı ile olan bağlantıları (NATO İttifakı, AB üyelik süreci, ABD ile model ortaklık vs.) dolayısıyla kendi başına bağımsız inisiyatif kullanamıyor. Medya tek taraflı haber ve yorumlar pompalıyor, ama gerçekler resmedildiği gibi değil.
İran, Türkiye’ye üç önemli teklifte bulundu ki, eğer Türkiye bağımsız olsaydı herkesin avantajına olurdu:
a) Nükleer programı beraber yürütelim;
b) TL üzerinden alışveriş yapalım;
c) Türkiye, İran’da petrol ve doğalgaz sondajı yapsın, birlikte üretip satalım.
Son günlerde “sözde anlaşmazlık” dolayısıyla Türkiye İran’dan aldığı petrolün yüzde 20’sini kesti. Bu anlaşmazlığın “petrole ödenen yüksek fiyat’tan kaynaklanmadığını herkes bilir. Türkiye, yanı başındaki İran’dan ucuz petrol alıyor, asıl sebep ABD baskısıyla hiç değilse “ambargoya kısmen de olsa katılmak” zorunda bırakılması... Yüzde 20’lik alım iptal kararı alınır alınmaz elektriğe yüzde 8,1 (meskenlerde yüzde 9,2), doğalgaza yüzde 18,7 zam yapıldı. Gerçi doğalgaza zam kararı geçtiğimiz kasım ayında alınmıştı, ama asıl sebep bugünlerde bir kere daha önüne çıkan ambargodur. Kısaca ABD istedi diye ta Libya’dan alınacak petrolün ilave maliyeti halka bindirildi...”
Bu yazıyı da okuduktan sonra Ünal’ın tepkisi “Yandaş da olsa ABD’ye dokunan yanar” anlamına gelmiyor mu aslında!
Adını Yusuf mu yapsan!
4+4+4, haftasonları Fehmi Koru, Fuat Keyman ve Mustafa Erdoğan ile “iktidar açılımı” yapan Derya Sazak’a yaramadı. Son birkaç yılını “Yaşasın vesayeti yıkan ellere” tezahüratlarıyla geçiren Sazak, iktidar tam da “vesayet” dediği sisteme dönük en “yıkıcı” darbelerden birini indirmişken nedense geri adım attı.
İşte Sazak’ın önceki gün Milliyet gazetesinde yazdıkları:
“AKP de şimdi, “dindar gençlik yetiştireceğiz” diye 9-10 yaşındaki çocuklara Kuran-ı Kerim öğretilmesini istiyor. Dersler -şimdilik- seçmeli ama bu din sömürüsü yarışı sürdükçe, ilerde zorunlu hale de getirilebilir. Çocuklar ailelerinden bağımsız bu seçimi özgürce nasıl yapacaklar o da tartışmalı.
Başbakan Erdoğan, “ustalık” dönemi diye adlandırdığı üçüncü periyodda partisinin ”muhafazakâr“ rengini iyice belli etti. Demokratlık ve hoşgörünün yerini ise otoriter renkler alıyor.”
Bir liberalin muhafazakarlarla ittifak kuramayacağını idrak ettiği anda yaşadığı paniğin delili olan bu satırlardan sonra Derya Sazak adını Yusuf Sazak yapsa, daha uygun düşmez mi içinde bulunduğu ruhsal duruma!
İktidarın Zeyna’sı
Başına “taş” gelen ona koşuyor;
Yaramı sar!
Keza köşeye sıkışan da;
Kurtar bizi Zeyna!
Veya He-Man’ın dişisi vardı hani; Şila mıydı adı;
“Gölgelerin” diyemeseler de “beyaz camın gücü adına hadi bizi akla, pakla...”
Oksijenli su gibi düşünün mesela; iktidarda “yara” alan alanı temizliyor “muhalefet” kapmasını engelliyor!
***
Nilgün Balkaç’ı ne zaman karşısında bir AKP’li otururken izlesem ben de yarattığı algı bu. Dün Cemil Çiçek’i konuk etmişti; yine aynı şey oldu.
Malum CHP son günlerde, “Milli Eğitim Komisyonunda zorbalık yapanlara da Genel Kurul’da zorbalık yapma yolu açtığı”, “TBMM’nin çalışma takvimini Başbakana teslim ettiği” gibi gerekçelerle sert biçimde eleştiriyordu Meclis Başkanı’nı.
Balkaç sağolsun kalıplaşmış “Efendim, sizin için öyle diyorlar... Efendim, sizin için böyle diyorlar...” minvalli sorularıyla sardı, sarmaladı, Çiçek’e gerekli savunma alanını açtı ve elbette muhalefet partilerinin ağızlarının paylarını almalarını sağladı!
Bir ara Ankara’daki gazeteciler kontrol etsinler bakalım; boyu uzamış mı!
Hürriyet, Babıali’nin “tiraj sihirbazı”yla da yolunu ayırdı
Emin Çölaşan, Bekir Coşkun,
Cüneyt Ülsever, Tufan Türenç,
Ferai Tınç, Özdemir İnce derken dün de gazetenin eski genel yayın yönetmenlerinden Rahmi Turan veda mektubu yayınladı. Adı “gönderilecekler” arasında anılan Hadi Uluengin’in de yazı günü olmasına rağmen geçtiğimiz cumartesi köşesi yayınlanmamıştı.
Her veda buruktur, üzücü ve sıkıcı olur.
Fakat ben böyle bir şey hissetmiyorum. İçimde burukluk filan yok. Tam tersine özgür olmanın rahatlığı var.
Çünkü sıkılmıştım.
İçinde bulunduğumuz ortam bana huzursuzluk veriyordu.
Sağ olsun Enis Bey beni bu sıkıntıdan kurtardı.
Beni en çok, 20 yıl beraber çalıştığım Aydın Doğan Bey’den ayrılmak üzerdi. Çeşitli kuruluşlardan teklif almama rağmen Aydın Bey’e ayrılacağımı söyleyemiyor ve bir türlü veda edemiyordum.
Enis Bey, beni bu sıkıntıdan da kurtardı. Teşekkür ediyorum.
***
Enis Bey’i 1989 yılının sonlarında Hürriyet’in Ankara bürosuna ben almıştım.
O tarihte Özcan Ertuna Genel Müdür, ben de Genel Yayın Müdürü idim.
Özcan Bey “Enis Berberoğlu şu anda Ankara’da boşta imiş. Yetenekli bir ekonomi muhabiridir. Onu Ankara büromuza alabilir miyiz? Ben yararlı olacağını düşünüyorum. Tabii ki karar senindir” dedi.
“Ben onu tanıyor ve takip ediyorum. Hemen Ankara bürosuna alalım. Kumaşı iyi görünüyor. İleride önemli konumlara gelebilir” dedim.
Aradan 22 yıl geçti. Enis Bey, o günden beri Hürriyet çatısı altında görev yapıyor.
Enis Berberoğlu’nun bugün geldiği yer, benim yanılmadığımı gösterdi.
Bu bakımdan memnunum. Başarılarının devamını diliyorum.
***
Bugüne kadar birçok gazete patronu ile çalıştım. Bunların arasında ikisiyle görev yıllarım eşittir.
20 yıl Haldun Simavi ile, 20 yıl da Aydın Doğan’la çalışmış bulunuyorum.
İkisi de Babıâli’nin büyük patronlarıdır.
İleride hayat hikâyemi yazdığım vakit anılarımda onların yeri çok olacaktır.
Saygı duyduğum Haldun Simavi yıllar önce basın dünyasını tamamen terk etti, Londra’da yaşıyor. Aydın Doğan Bey de, işlerini evlatlarına bırakmış durumda... Artık onun da bu hengâmeden uzaklaşmak istediğini düşünüyorum.
Aydın Bey’in her zaman hatırladığım cümlelerinden biri “Aş taşınca kepçeye paha olmaz” sözüdür. Fakat zaman ve şartlar değişti. Artık basın dünyasında aş taşmıyor.
***
Bugüne kadar yüksek tirajlı 6 gazete çıkardım. Küçük çaplı 3 gazetem daha var, onları da sayarsam toplam 9 gazete eder.
Hepsi de başarı kazandı.
Bir gazete daha çıkartmam şart oldu. Sonuncu gazetemi de yayın hayatına soktuktan sonra bu mesleğe veda edeceğim.
Önümüzdeki yaz ayları hazırlıkla geçecek. Makineler kuruluyor.
Sonbaharda yeni bir gazetede buluşmak üzere herkese “Allahaısmarladık” diyorum.
Rahmi Turan / Hürriyet
“Küçülmeye” devam ediyor
“Muhalif” kimliği öne çıkan yazarlarıyla bir bir yollarını ayırmasından başka geçtiğimiz hafta uyguladığı tenkisatla da gündeme gelen Hürriyet’te işten çıkarmalar da devam ediyor. Gazete, aralarında Oktay Ekşi’nin Genelkurmay muhabiri olan oğlu Özgür Ekşi, gazetenin eski yöneticilerinden Seçkin Türesay’ın da bulunduğu çok sayıda çalışanıyla yollarını ayırdı. Dün bu listeye eklenen son isim Yazı İşleri editörlerinden Sefa Kaplan oldu.
Deniz Feneri’nin hesabı ‘Ahiret’e mi bırakılacak
Meclis ‘te gensoru vardı..
Malum konu, meşhur konu, yılan hikayesine dönen konu bu vesileyle yine gündeme geldi.. Deniz Fener’i e.V. ele alındı..
CHP, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ‘ı suçlamıştı..
Atalay da cevap verirken demiş ki; ‘Yalnızca Allah’a ve vatandaşa hesap veririz’ Yargıyı bilmeyerek mi atlamış..
Unutmuş mu..
Dokunulmazlığı var diye mi söylememiş.. Yargı kılını kıpırdatmadığı için mi pas geçmiş bilmiyorum..
O bahse döneriz..
Önce şu Allah’a ve vatandaşa hesap verme işine bakalım.. Allah’a hesap ‘Ahiret’te verilir.. O hesabı herkes verecek.. Orada ayrı gayrı yok, kaçış da yok..
Vatandaşa hesabı siyasetçiler verir diyeceğim ama işin aslı öyle değil..
Siyasetçiler seçmenin karşısına birebir çıkmadıkları için, torbaya girdikleri için vatandaş vekilden hesap soramıyor.. Sistem bu imkanı vermiyor.. Gelelim Atalay’ın adını anmadığı yargı kısmına.. Bu dünyada herkesin hesap vereceği tek yer orası.. Ama nedense, her alanda tıkır tıkır işleyen yargı iş Deniz Feneri’ne gelince kaplumbağa hızını aratıyor.. Dört yıl oldu, soruşturma hala bitmedi.. Soruşturmayı yürüten savcılar görevden alındı, haklarında iddianame yazıldı, yargılanmaya başlayacaklar, ana konuda tık yok..
***
Atalay, CHP’ye gensoru verdiği için kızmış.. Meclis Başkanı’na da kabul ettiği için.. Demiş ki; ‘eğer iddianız varsa savcılığa gidersiniz. Savcılık onun gereğini yapar.’
Yapmıyor!..
Savcılık her konuda gereğini yapıyor, Deniz Feneri’nde yapmıyor.. Veya yapıyor da ağırdan alarak yapıyor, biz göremiyoruz..
Sahi, Almanya’dan çuvalla bilgi, belge geldi onlar ne oldu?
Deve oldu demeyin..
***
Bakan’a küçük bir sorum olacak..
Deniz Feneri ‘nin hesabı ‘Ahiret’e bırakılır mı?
Yoksa beş on yıla kalmaz soruşturması biter mi?
Mehmet Tezkan / Milliyet