ABD ile yaşanan güven sorunu

Türkiye ile ABD arasında geçen bir hafta boyunca merakla beklenen kritik görüşme Perşembe akşamı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleşti. Yaklaşık 3,5 saat süren 3'lü görüşmeye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın yanı sıra sadece T.C. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun hazır bulunması bazı mahrem konuların saklı tutulması için yapıldığı kanısını taşımaktayız. Cumhurbaşkanlığı kaynaklarınca olumlu geçtiği belirtilen görüşmede Erdoğan, Türkiye'nin özellikle Suriye meselesindeki kırmızı çizgileri kapsamında kaygı, beklenti ve önceliklerini ABD Dışişleri Bakanı'na açık ve net bir şekilde iletmiştir. Elbette bu görüşme sırasında Tillerson'ın da Amerikan tezini ortaya koyması doğaldır.

Bu görüşmenin hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü Heather Nauert "Tillerson ile Erdoğan, ABD - Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesi üzerine verimli bir görüşme yaptıklarını, İncirlik Üssü'nün kullanımı için Türkiye'de bir sınırlama olmadığını ve mevcut krizin çözümlenmesi için karşılıklı görüşmenin olumlu bir adım olduğunu" belirtmiştir.

Ertesi gün Tillerson ile mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu arasında yapılan görüşme sonucunda yapılan açılamada, Mevlüt Çavuşoğlu; "Türkiye ve ABD'nin sorunların çözümü için mekanizmalar oluşturmaya karar verildiğini ve ABD ile ilişkileri normalleştirme konusunda mutabakata varıldığını" ifade etti. Tillerson ise; "Menbiç öncelikli konumuz, stratejik olarak önemli. Menbiç'in bizim müttefik kuvvetlerimizin kontrolü altında olmasını istiyoruz. Başka bir gücün buraya tekrar girmesini istemiyoruz" dedi. Tillerson'un açıklamalarının birçok farklı yorumlara ve güven sorununa tekrar sebep olacağı kanısındayım.

Mesele farklı yönden incelendiğinde Türkiye ile ABD arasında güven sorunu öncelikli öneme haizdir. ABD; "YPG'ye verilen silahları toplayacağız." sözünü verirken daha sonra başka bir yetkili; "Ağır silah verilmedi ki neyi toplayacağız?" demiştir. Bir diğeri; "Fırat'ın batısında bir güvenli bölge kurun ancak Afrin'e girmeyin. Biz Afrin'den YPG'yi tahliye edelim ve orada Münbiç'te olduğu gibi bir kent konseyi kuralım." ifadelerini kullanmıştır. Sanki Münbiç'in SDG'nin yani Kürtlerin hâkimiyeti altında olduğu bilinmemekte.

Öte yandan Tillerson Ankara'ya gelmeden önce Kahire, Amman ve Beyrut gibi bazı Arap ülkelerine yaptığı ziyaret sırasında her ülkeye nabza göre şerbet verirken Türkiye'nin önemli bir NATO ülkesi olduğunu, ancak DEAŞ'la mücadelede SDG'ye, daha doğrusu Kürtlere destek vermeye devam edileceğini açıklamıştır.

Tillerson'un temasları ile eşzamanlı olarak iki önemli ve ilginç gelişme yaşanmıştır;

İlki, ABD'nin FBI, CIA, ulusal güvenlik ve savunma gibi en önemli istihbarat kurumlarının Senato İstihbarat Komitesi'nde bir araya gelmeleri dikkat çekmiştir. İstihbarat kurumları toplantısında 2018 yılına ait tehdit değerlendirmesi yapılırken YPG için ilk kez açıkça "PKK'nın Suriye'deki milisleri" ifadesi yer almıştır. Kürtlerin Suriye'de muhtemel bir çeşit özerklik arayışına girecekleri ancak bu girişimin Türkiye, Rusya ve İran'ın direnişiyle karşılaşacağı da vurgulanmıştır. Raporda Zeytin Dalı Harekâtı'nın DEAŞ'la mücadeleyi karmaşık hale getireceği ve ABD güçlerini tehlikeye atacağının belirtilmesinin gerçeklere ne kadar aykırı olduğu da ortadadır. Suriye muhaliflerinin 7 yıllık başkaldırılarının artık Devlet Başkanı Esad'ı düşürmeye muktedir olmadığı ileri sürülürken Esad'ın da devrilemeyeceği kanaati ortaya çıkmaktadır.

İkinci gelişmeyse yine geçen hafta NATO'ya üye ülkelerin savunma bakanlarının katılımıyla Brüksel'de bir toplantı yapılmıştır. Toplantıya Almanya, Fransa ve İtalya'yı temsilen katılan üç kadın savunma bakanının fotoğrafları toplantı öncesinde ve sonrasında Batı medyasında sık sık yer almıştır. Toplantı sırasında Suriye'deki genel durumla ilgili NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg gazetecilere yaptığı açıklamada Türkiye'nin herhangi bir NATO ülkesinden daha fazla terör saldırılarına maruz kaldığını ve güvenlik sorunları nedeniyle Zeytindalı Harekâtı'yla meşru müdafaa hakkını kullandığını belirtmiştir. Ancak daha sonra ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, mevkidaşı T.C. Savunma Bakanı Nurettin Canikli'yle yaptığı görüşmede YPG'yi PKK'dan ayırabileceklerini hatta PKK'ya karşı savaştırabilecekleri şeklindeki "komik" teklifine, Türk yetkililerince mantıklı olmadığına dair sert bir yanıt verilmiştir.

Hâlihazırda Suriye'de ülkeler arası bir nüfuz çatışması vardır. Suriye toprağının ve petrolünün 3'te 1'i ABD kontrolündedir. Çatışmasızlık bölgeleri olarak adlandırılan diğer bölümler rejimin ve küçük bir bölümü ise DEAŞ'ın kontrolü altındadır.

Rusya ve İran'ın da bölgedeki nüfuzu kaçınılmazdır ve temel oyuncular olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Suriye'de iyi bir oyuncu olduğunu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Operasyonu ve kararlılığıyla kanıtlayan Türkiye, ABD ile iplerin tamamen kopmasından yana değildir. Ancak ABD'den yapıcı yaklaşımlar gelmedikçe güven sorunu devam edecek ve ortaya çıkacak sonuçların derinliği ve boyutu, her iki ülke açısından mutlaka hesap edilmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları