Aaaaa! Irak’ın ordusu varmış...
Haberi üç gün önce (6 Ocak 2012, Cuma) Anadolu Ajansı geçti:
“Irak ordusunun kuruluşunun 91. yıl dönümü başkent Bağdat’ın merkezinde bulunan Yeşil Bölge’de düzenlenen geçit töreni ve gösterilerle kutlandı.”
“Vay be” dedik haberi gördüğümüzde;
Irak’ın bir ordusu varmış meğer!
ABD Irak’ı işgal ederken, 2 milyona yakın sivili katlederken, 1 milyondan fazla sivili sakatlarken, 6 milyon vatandaşı göç yollarına düşmek zorunda kalırken, 1 milyon vatandaşı evini kaybederken, 1.5 milyon kadın dul, 6.5 milyon çocuk öksüz kalırken, 25 bin çocuk “tutsak” olurken Irak’ın bir ordusu varmış!
“Ya bir de olmasaymış” mı demeli, “keşke olmasaymış” mı demeli bilemedim şimdi!
Felluce’de 2004 yılında, El Cezire kameramanı Laith Muştak’a “Bazen aklımı format atılması gereken bir bilgisayara benzetiyordum. Ya da bir hastaneye gidip aklımın bir bölümünü aldırmalıydım” dedirten vahşet yaşanırken;
Kitle imha silahları ve kimyasalların kullanıldığı saldırıda çoğu kadın ve çocuk 5 binden fazla Irak’lı ölürken neredeydi acaba bu Irak ordusu?
Ölmeyenler, sokaklarda leş kovalayan köpeklerin önüne atılırken neredeydi?
Karıları, kızları tecavüze uğrarken, “bacıları Nur” Ebu Garib Cezaevinde “Burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok!
Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!
Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!!
Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!
Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!
Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar’ı ve onların piçlerini öldürün!
Allah rızası için! Size yalvarıyoruz...” diye feryat ederken neredeydi o Irak ordusu? Ne yapıyordu? Kendi halkının değilse kimin hizmetindeydi?
Mesut Barzani Irak’ın bütünlüğünü bozmak üzere elini kolunu sallaya sallaya Beyaz Saray’a giderken, Irak’ın bütünlüğünü korumakla yükümlü o ordu ne işle iştigal ediyordu?
Barzani ABD’ye “Irak’tan çekilmeniz tam bir felaket olur” derken....
Talabani “ABD güçlerinin varlığı, içişlerimize karışmaya çalışanları korkutacak” derken...
ABD’li işgalciler ve peşmergeler Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetler bürosunu basıp, 11 askere esir tulumları giydirerek Irak’ı sınır komşusu Türkiye ile karşı karşıya getirirken hiç farkına varamamıştık Irak’ın bir orduya sahip olduğunun!
Hepsini geçin, devlet başkanları düzmece bir mahkeme neticesinde idam edilirken, bütün dünyaya naklen izlettirilen infazın “film” olduğunu mu düşünüyordu bu ordu?
***
Unvanını sevsinler, Irak Savunma Bakanlığı sözcüsü Tümgeneral Muhammed El Askeri dalga geçer gibi “Irak ordusu ülkeyi koruyabileceğini kanıtlamıştır. Bu törende, aldığımız yeni silah ve teçhizatları sergiledik” diye açıklama yapmış bir de!
İnsanda biraz utanma, arlanma olur be!
Değil ülkeyi, evlerinizdeki karılarınızın, kızlarınızın namusunu dahi koruyamadınız siz; korumadınız. Camilerinizi, türbelerinizi, minarelerinizi yerle bir ettiler, vatanınızda hepinizi soytarı ettiler... Şimdi bile kahramanlık nutukları attığınız yere bakın bir kere:
Yeşil Bölge!
Aşağıdaki satırları Rajiv Chandrasekaran’ın “Green Zone” kitabından:
“Yeşil Bölge, Irak’taki Amerikan işgal kuvvetlerinin Bağdat’taki üssü.
Bu üs, dev palmiyeler arasında, muhteşem villalarla ve ışıltılı yüzme havuzlarıyla adeta cehennemin içinde bir vaha... İntihar saldırısı endişesiyle garsonlarının bile başka ülkelerden getirtildiği, çoğu Iraklının ise girmesinin kesinlikle yasak olduğu sahte cennetin diğer adı. Belki de korkunun!.. Az ötede; çığlıklar, katliamlar, açlık ve ırza geçmeler sürerken, ‘Yeşil Bölge’de Amerika’nın tatlı hayatı devam ediyor. Sanki bu kan deryasına inat, vurdulu kırdılı filmlerin gösterildiği sinemalarda patlamış mısır yeniyor, kadınlar seksi pantolonlarıyla diskoda dans ediyor.
Yeşil Bölge sakinleri, domuz etinden yiyeceklerle dolu açık büfede hangi yemeği seçeceğinin telaşındayken, duvarların dibinde insanlar ölüyor, çöplükteki bir dilim ekmek için kavgalar veriliyor...
Görkemli alışveriş merkezinin önüne en son model arabalarla park edip, kuru temizleme servisine gecenin kirlilerini bıraktıktan sonra porno film satan mağazaya giren ’Bölge’sakinleri, işgal altındaki Irak halkının namusunu akıllarına bile getirmiyorlar. Onlar akşam gidecekleri ve ağzına kadar soğuk bira dolu barlardaki muhabbetin beklentisi içindeler..”
***
Hiç kıvırmadan, dürüstçe ne düşündüğümü yazmamı ister misiniz?
Bence ABD’nin işgal üssü olarak kullandığı Yeşil Bölge’de 91. Kuruluş yıldönümlerini kutlarken üniforma yerine eteklik giymeliydi sözde Irak ordusu!
Üniformalarını Ebu Garib’teki kadınlara teslim edip, onların paramparça edilmiş, kanlı etekliklerini giymeliydi her bir Irak askeri!
***
Irak’ın ordusu varmış meğer...
Şükür ki, bizim ülke olarak böyle bir sorunumuz yok artık!
Şuppiluliuma
Esprileriyle ünlü gazeteci Musa Ağacık, değerli arkadaşım Nedim Şener’le telefonda konuşurken, kendisini Hitit Kralı Şuppiluliuma’nın torunu Musaluliuma olarak tanıtıyor ve hukukun gukuk olduğunu anlatırken, Hitit Yasaları’ndan bahsediyor. Konuşma kaydediliyor, iddianameye konuyor iyi mi... Böylece, Hitit Kralı 3 bin 350 sene sonra delil oluyor.
***
Ki, Zeus...
Deyus olmuştu.
Aynı iddianamede.
***
Benzer ciddiyet, İzmir’de yaşanıyor... CHP’li belediyeleri basıyorlar ya, orda.
***
Alaçatı Belediye Başkanı, zart diye tutuklanıyor, 185 sene hapsi isteniyor. Başkan “niye?” diye soruyor. Telefon konuşmalarını delil olarak gösteriyorlar. Okuyor... “Ne oldu bizim beleşten 145 bin lira” demiş, tutanaklarda öyle yazıyor. “Kardeşim ne beleşi... Ne oldu bizim Beldes’ten 145 bin lira diye sordum, yanlış dinlemişsiniz” diye itiraz ediyor. İnceleniyor. Hakikaten öyle, Beldes’ten yani, belde belediyelerini destekleme fonundan beklenen 145 bin lira var. Kayıtlar tekrar dinleniyor. Beldes demiş, beleş yazılmış. Başkan görevine dönüyor.
***
Büyükşehir operasyonunda Hüseyin Ercan’ı gözaltına alacaklar, polis gidiyor, Hüseyin Mercan’ı yakalıyor! Hüseyin Mercan, çiftçi... “Banka borcum bile yok, borcum olsa ineğime haciz gelir” diye yalvarıyor, “bırak bu ayakları” diyorlar. Sonradan Hüseyin Ercan’ın haberi oluyor, polise gidiyor, Hüseyin
Ercan’ı gözaltına alıp, Hüseyin Mercan’ı bırakıyorlar.
***
Eshot’tan emekli Rafet Bayram’ı alacaklar, gidip, adaşı Rafet Bayram’ı alıyorlar. Alınan Rafet Bayram da emekli ama, Eshot’tan değil, albay emeklisi, hiç itiraz etmiyor, kuzu kuzu geliyor... Savcı kimliğine bakıyor, “sen niye geldin?” diye soruyor. Emekli albay “bilmiyorum, herhalde Ergenekon’dan veya Balyoz’dan aldılar diye düşündüm” diyor. Savcı, albayı kovuyor. Orijinal Rafet Bayram’ın haberi oluyor, bakıyor ki kimse gelmiyor, Eshot otobüsüne binip, Emniyet’e gidiyor, “nerdesin bu saate kadar” diye fırçalanıyor.
***
Büyükşehir, emek şenliği yapıyor, Şevval Sam konser veriyor. Müfettişler, konseri organize eden müdüre “neden ihale yapmadın, tek teklif aldın?” diye soruyor... Müdür ne desin, “abi beş tane yok ki, memlekette bir tane Şevval Sam var, neyin ihalesini yapayım?”
***
Haysiyet celladı gazteciler “Büyükşehir Belediye Başkanı, parke taşlarını oğlunun şirketinden satın aldı” diye manşet yapıyor. İnceleniyor. Başkan’ın oğlu sadece ihracat yapıyor. Kamuya, belediyelere sattığı tek kuruşluk mal olmadığı gibi, koskoca İzmir’de, rica üzerine sadece bir kişinin evi için maliyetine parke taş verdiği ortaya çıkıyor, o kişi de AKP mebusu.
***
Hani şu meşhur fıkradaki gibi, bizim bakan İsviçre Denizcilik Bakanı’yla tanışıp “sizde deniz yok ki” deyince, İsviçreli “sizde de adalet bakanlığı var” demiş filan...
Öyle oluyor.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Adını odaTV iddianamesine yazdırabilmek için yanıp tutuşanlar var
Elbette odaTV duruşmalarında hayli komik olaylar da yaşanıyor. Bazı meslektaşlarımız bu davayı bir nevi kimlik edinme fırsatı olarak görüp, resmen davada anılmaya çalışıyor.
Şaka değil, gerçekten çabalıyorlar bunun için. Hatta şöyle bir iddiam var; o iddianameye adını sokturabilmek için yanıp tutuşan en az 5 ’ünlü’isim sayabilirim!
Bunların en büyük özelliği bunca yıl bir duruş edinememiş olmak. Bu davayı duruş, kimlik edinmek adına kullanmak istiyorlar. O yüzden de özenle hazırlanarak orada ‘görünmeye’ geliyorlar.
Şimdi size tarif edeceğim, mahkeme salonunda gördüğünüz an tespit edeceksiniz kim olduklarını. Erkekli kadınlı, gayet şık ve bakımlı görmeye alıştığımız bu ünlü isimler grubunun mahkeme ‘kostümlerini’ anlatıyorum, hazır mısınız?...
1- Saçlar mutlaka dağınık olacak. Mümkünse hafif yağlı. Kadınsa yüzünün iki yanından aşağıya sarkacak...
2- Kıyafet çok önemli. Pantolon salaş, olabildiğine özensiz durabilecek bir kesimden seçilecek. Hafif bohem bir havada olabilir.
3- Bol bir kazak giyilecek. Rengi özensiz bir seçim olduğunu vurgulayacak kadar soluk olacak
4- Kadınlar asla topuklu ayakkabı giymeyecek.
5- Aksesuvarlar çok önemli. Gözlük varsa mutlaka takılacak. Elde mütemadiyen bir kalem olacak. Defter şart değil.
6- En önemli madde bu; hal ve tavır. Düşünceli, gidişattan yorgun bir hal takınılacak. ‘Nasılsın’ diye sorana ‘daha iyi günler göreceğiz’tadında yanıtlar
verilecek.
Çok gülmeyin bu gözler bunları gördü, bu kulaklar da duydu! Yaşasın Türk medyası!
Tuğçe Tatari / Akşam
Erdoğan ve Gül bir teröristle mi mesai arkadaşlığı yaptı
İlker Başbuğ’u imzalarıyla göreve atayanlar Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’dür...
Başbakan ve Cumhurbaşkanı yıllarca bir terörist ile işbirliği mi yapmıştır?
Devletin en gizli sırları bir terör örgütü yöneticisiyle mi paylaşılmıştır?
Ülkenin güvenliği yıllarca bir terör örgütü yöneticisine mi emanet edilmiştir? Nasıl olup da istihbarat organları terör faaliyetlerini tespit edip hükümete bildirmemiştir?
Başbuğ’un atamalarının altına imzalarını atan ve yıllarca durumu fark etmeyenlerin sorumluluğu ne olacak? İnternette dün en çok sorulan soru buydu... İlginç bir ülkedeyiz vesselam...
Melih Aşık / Milliyet