‘7 gün 24 saat ırkçılık yapıyorlar’
CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman aradı.
TBMM Genel Kurulu’nda ’evinizin önünü süpürün, tarihinizle yüzleşin’ mealinde konuşan BDP’li Sırrı Sakık’a tepki gösterdiği için “ırkçı-faşist” yaftası asılmıştı boynuna. Peşinden Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda, Doğu ve Güneydoğu için “Kürt coğrafyası” diyen Sabahat Tuncel’le karşı karşıya geldi. Tuncel’in ifadesinin tutanaklardan çıkarılmasını isteyerek “Türkiye’de böyle bir coğrafya yoktur, sonsuza kadar da olmayacaktır” dedi.
Hayli doluydu Arıtman. Sakık’ın sözleri karşısında Genel Kurul’da gündem dışı söz almak istemiş ama “kavga çıkmasın” diye vazgeçmiş. Koridorda karşılaştıkları sırada vermiş cevabını: “7 gün 24 saat ırkçılık yapıyorsunuz!”
“Boş tribünler” önünde “gıkı” çıkmamış Sakık’ın.
Takip ettiğimiz kadarıyla “aman kavga çıkmasın” diyerek doğru bildiği sözü sakınacak yapıda değil Canan Arıtman. Anlattıklarından anladığım; TBMM’dekinden değil, oradan sokağa taşacak bir kavgadan endişe ediyor.
Aklından geçenleri paylaştı: “PKK milletvekilleri pervasızlar. AKP’nin ölçüsüz ve kontrolsüz söylemleriyle de oluşan tehlikeli bir zemin var. Bu, patlamaya neden olabilir. Kimseyi bu kadar köşeye sıkıştırmamak lazım. Bu ayrıştırma toplumu çatışmaya götürür.”
“Patlama”dan önce, insanların zihnine pompalanan “gaz sıkışması”nı rahatlatacak bir kanal açmanın derdinde, bir nefes borusu. Bu kanalın, “sözlerimi provokasyona alet ederler” deyip susarak açılmayacağının farkında: “Konuşmak lazım”.
Ama hep birlikte...
Medyanın bir bölümü Arıtman’ı “herşeye itiraz eden kadın” olarak konumlandırmaya çalışıyor. Böylece Arıtman’ın itirazları meşruiyetini kaybederken, itiraz ettiği bölücü propaganda meşruiyet kazanabilir. Konu Arıtman’ın sesinin kısılıp kısılmaması değil. O veya bir başka milletvekili, bir başka parti; hiç fark etmez... Meclis’in etnik ayrımcılık karargahına dönüştürülmemesi için, her kim ki milletin refleksine sahip çıkıyorsa, milletin diğer bütün vekillerinin de ona sahip çıkması gerekmez mi?
***
Kalemlerini satanlar gazeteciliği bıraksın
Kalemlerini iktidarı övmek için kullananların, TRT ve TMSF tarafından on binlerce liralık maaşla ödüllendirildiği iddialarını değerlendiren Türenç’ten çağrı: Aldığınız parayı açıklayıp, mesleğinizi onursuzluktan kurtarın
Bazı meslektaşlarımız için ileri sürülen iddialar var.
Rahatsız edici, onur kırıcı. Şu açıdan: Onlara ödendiği söylenen rakamlar ne verilen emeğin, ne de yapılan işin karşılığı değil. Çok çok üstünde. Ayda 30 bin liralardan, 50 bin liralardan söz ediliyor.
Bazı gazetecilere bu paralar neden veriliyor?
Bu meslektaşlarımızın ortak bir yanı var. Hepsi de kalemlerini ağırlıklı olarak iktidarı övmek için kullanıyorlar. Bunların çoğu yandaş gazete ve televizyonlarda çalışıyorlar. Bu nedenle de ağır bir töhmet altındalar. Bu, gerçekten rahatsız edici ve onur kırıcı bir durum.
Yandaş da olsa özel kanallarda çalışanlar için söylenecek bir şey yok. Demek ki bu arkadaşlar patronlarının gözlerinde çok değerliler ki kendilerine bu kadar para ödeniyor. Ama bir de TRT’de çalışanlar, dışardan program yapanlar var. Sizin, benim, hepimizin vergilerinden toplanan paralarla onlara bu kadar yüksek meblağlar ödeniyorsa bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır.
Ulufe rakamları
Dağıtıldığı iddia edilen bu ulufe rakamları doğru mudur?Önceki gün CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk iki meslektaşa TRT’de yapılan bir program için ayda 30 ile 50’şer bin lira ücret ödendiği iddiasını Meclis’e getirdi.
Zonguldak milletvekili Köktürk soru önergesinde şu soruyu dile getiriyor: “Bu paraların ödendiği doğru mudur? Bu yoksul halkın parası değil midir?”
Bu arkadaşlarımızın bu iddiaları açıklığa kavuşturmaları gerekir. Eğer bir gazeteciye verdiği emeğin, yaptığı işin çok çok üstünde ücretler ödeniyorsa, hele hele bu ödeme halkın vergileriyle yaşayan TRT’den yapılıyorsa bunun hesabının verilmesi gerekir.
Şimdi haklarında bu tip iddialar olan arkadaşlarımız bir an önce aldıkları ücretleri açıklamalıdırlar. Eğer gerçekten bu paralar ödeniyorsa bu arkadaşlarımız mesleklerini böyle bir rahatsızlıktan ve onursuzluktan kurtarmalıdırlar. Eğer aralarında kalemlerini satanlar varsa onlar da mesleği bırakmalıdırlar.
Bu çok önemli konuyu TRT’den
sorumlu bakan Bülent Arınç’ın dikkatine sunuyorum.
Tufan Türenç / Hürriyet
***
Demokrasinin sonu
Bu taslak açlığa, hayat pahalılığına, geçim zorluğuna bir çare getiriyor mu? İşsizliğe bir çare getiriyor mu? Peki, kalkınmaya bir çare? Teröre çare? Memura grev hakkı var mı bu teklifte? Eğitim sorununa bir çözüm var mı? Hayır, hayır... Peki neye çare var? AKP’nin kapatılma ve Yüce Divan’da yargılanma korkularına...
Eski Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ilginç bir saptamada bulunuyor... “AKP, değişiklik önerisinde siyasi iktidarın yapacağı işlem ve eylemlerin bir kapatma davasının konusu olamayacağı hükmünü getirerek Anayasa’ya yeni bir geçici 15. madde koyuyor. Kürsü dokunulmazlığını parti dokunulmazlığına dönüştürüyor.”
Bir siyasi parti, bu taslağa göre,
korkusuzca laikliğin, cumhuriyetin, demokrasinin altını oyabilecektir... Bizim partilerimizin öyle bir niyeti olamaz, diyebilseydik mesele kalmazdı. Diyebiliyor muyuz? Melih Aşık / Milliyet
***
Bu hukuku niye sevsinler ki!
“Mayınlı araziyi el âleme verelim” yasası çıkardılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “YÖK kadrolarına kimi istersek, onu alırız” yönetmeliği çıkardılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Maaşlı çalışanlar kümesteki yolunacak kazdır, bunların gelir vergisini artıralım” dediler, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Orman arazileri boş boş duruyor, oralara otel kurulsun” kararı aldılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Türkler kerizdir, tahvil gelirlerine yüzde 10 stopaj ödesin, yabancılar canımız ciğerimizdir, hiç ödemesin” uygulaması başlattılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Askeri yargıyı boşver, tanımayız” düzenlemesi yaptılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Yabancı gelsin, canı ne kadar çekiyorsa o kadar toprak alsın” yasası çıkardılar, Anayasa Mahkemesi iptal etti. “Ahali uyanmadan GDO sokuşturalım” yönetmeliği çıkardılar, Danıştay durdurdu. “İstediğim hâkimin, savcının telefonunu dinlerim” yönetmeliği çıkardılar, Danıştay durdurdu. “Devlete ait arazileri canım kime istiyorsa ona tahsis ederim” dediler, Danıştay durdurdu. “Enflasyon oranı filan beni ırgalamaz, belediye otobüsüne yüzde 30, yüzde 50, istediğim kadar zam yaparım” kararı aldılar, Danıştay durdurdu. “Sınava gerek yoktur, liyakate ben karar veririm, kimi istiyorsam onu milli eğitim müdürü yaparım” dediler, Danıştay durdurdu. “Elde avuçta ne varsa sattık zaten, Seydişehir Alüminyum’u da satalım” kararı aldılar, Danıştay durdurdu. “Tekel’i şakır şakır yabancıya sattık, bu işçileri ya kapının önüne koyalım ya da köle gibi çalışsınlar” hükmüne vardılar, Danıştay durdurdu. “Şeker fabrikalarını da Tekel gibi yabancıya satalım, nasıl olsa işçilerini 4C yaparız” dediler, Danıştay durdurdu. “İlköğretim çocuklarına, içinde Atatürk’ün olmadığı Türkçe kitabı” yaptılar, Danıştay durdurdu. Niye sevsinler ki hukuku?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
***
Deniz kalkanı(!)
Kuvvet komutanları... Ordu komutanları... Terörle mücadele eden subaylar...Yazarlar, gazeteciler, hukukçular, sendikacılar,
profesörler; neyle suçlandıklarını bile bilmeden yıllardır sorgulanıyor, gözaltına alınıyor, cezaevinde tutuluyor... Üstelik bundan sonra daha kaç kişinin başına da benzer olayların gelebileceği bilinmiyor... Adalet Bakanlığı, bunların hiçbirinde “haklı” olarak şüphelileri korumuyor, ama...
İş ne zaman dönüp dolaşıp Deniz Feneri’ne gelse... Devletin bütün kurumları, bu derneğin yöneticilerine “kalkan” oluyor!İyi de... Acaba bu “korku” nun ve “dokundurmama kararlılığı” nın nedeni ne?
Mustafa Mutlu / Vatan
***
AB bir casusluk cenneti
AB, Brüksel’deki Komisyon ve parlamentosuyla, lobiciliğin, casusluğun, rüşvet alımı ve veriminin cirit attığı bir “çürümüşlük” yuvası olup çıktı.
La Tribune gazetesinin bir haberine göre, 5 bin diplomat, lobici, danışman ve gazetecinin buluştuğu AB, bu sıfatların yabancı istihbarat ve çokuluslu şirket temsilcilerine “kılıf” oluşturduğu bir casusluk cenneti.
Komisyonun çatısı altındaki binlerce bilgisayara sızılmış, duvarlar Türkiye’yi aratmayacak “böcek”lerle delik deşik, güya “top secret” belgeler 3 bin kişinin elinde dolaşıyor. Siyasal casusluk, ekonomik casusluk, ne ararsanız var.
Elbette rüşvet de...
Türkiye’nin bu konularda ne İngiltere’den ne de AB’den öğreneceği bir şey var. Ama öğreteceği çok, zaten de öğretiyor.
AB’nin bazı parlamenterleri Türkiye hakkında “bedava” mı konuşuyor, sanıyorsunuz?
Bazı AB raporlarında betimlenen Türkiye’yi, biz niye tanıyamıyoruz, hiç düşündünüz mü?
Mine Kırıkkanat / Vatan
***
Darbe sever olabiliriz
İçinde meşhur geçici 11 madde de var.. 12 Eylül ihtilalini yapanların yargılanmasını öngören madde..
Diyelim ki referandumdan ’hayır’oyu çıktı..
Bu, 12 Eylülcüler yargılanmasın anlamına gelir..
Darbe iyidir.. Darbeciler iyidir..
1987 referandumunda direkten döndük.. Yasaklar sürsün mü sürmesin mi oylaması yapıldı, kıl payı 49.4’e karşı 50.6 ile evet çıktı.. Tersi olsa.. Yasakçı halk olacaktık, demokrasiden hazzetmeyen..
Aynı tehlike var.. Darbeci sever halk olabiliriz!.. (Gelin 12 Eylül maddesini ayrı oylayın Meclis’te, bitsin, gitsin.. O ayıp Anayasa’dan çıksın.)
Mehmet Tezkan / Milliyet
MİNİ YORUM
Eyvah, eyvah...
Dinç Bilgin TRT’de böyle demiş: “Mezarımın üstüne eyvah, eyvah yazılsın...” Allah önce sağlık, sıhhat, hayırlı bir ömürse, ölümü gecinden versin tabii de, Bilgin’in son günlerdeki performansından sonra, “kitabe-i seng-i mezar”a “Son pişmanlık neye yarar!” daha çok yakışmaz mı? “Eyvah eyvah”a gelince; muhtemelen Bilgin’i bir gazete sayfasında yahut ekranda gören zaten aynen öyle diyor, hiç kuşkusu olmasın!