41 yıl önceki...
Üniversiteyi kazanmışım, Erzurum’a gideceğim trenle. Hafik’te tren yok, Sivas’a geçip oradan binmem gerekiyor. Şimdiki gibi saat başı otobüs ne gezer o yıllarda. Yıl 1967, ay, ya Eylül başı, ya da Ağustos sonları. Rahmetli babam Ziraat Bankası Müdür Yardımcısı Hafik’te, arkadaşlarıyla o yıl kurulup 2. Lig’e alınan Sivasspor’un ilk maçını izlemeye gidiyorlar. “Yol bir, maslahat iki”, beni de aldılar yanlarına, gündüz bu maçı seyredip gece trene bineceğim.
Sivas 4 Eylül Stadı o gün tarihi günlerden birini yaşıyor. Hıncahınç dolu tribünler. Aşık Veysel’in Sivasspor için yazdığı bir şiir, takımın posteri ile birlikte dağıtılıyor seyircilere. Karşı tribünde bir büyük pankart: “Bir kalem verin üstad Lefter’e, Boluspor mağlup, yazsın deftere.” Evet maç Boluspor’la, Bolu’nun teknik direktörü de Fenerbahçe’nin efsanevi futbolcusu Lefter Küçükandonyadis. Televizyon yok o yıllarda, Lefter’i ben yalnızca gazetelerde ve futbolu tanıtan bir belgesel filmde görmüşüm. “Oynarken görmedik, bari oynatırken görelim” diyorum kendi kendime. Boluspor’un kalecisi de ünlü biri. Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın büyük kalecisi Turgay Şeren’in yedeği Bülent Gürbüz. Sivas’a gelince: Burada da ünlüler var. Sivasspor, Vefa ve Fenerbahçe’nin usta ayaklarından Hilmi Kiremitçi’yle anlaşmış. Hilmi hem oynuyor takımda hem de çalıştırıyor. Onu da çok merak ediyorum. Sivasspor’un kalecisi de ünlü bir isim, Gençlerbirliği’nden Selçuk.
Bu maçtan iki enstantene kalmış belliğimde. Biri Hilmi’nin Bolu ceza sahasının sağ çaprazından vurduğu o falsolu top, kapattığı köşenin aksi tarafından gol olacakken, Bülent Gürbüz’ün bir akrobat gibi arkaya doğru uçup, bu topu dışarı çıkarması. Turgay Şeren’in ne kadar büyük bir kaleci olduğunu o zaman anlamıştım. Bülent gibi bir kaleci yıllarca onun yedeği olmuştu. O maç bir kaleciler maçı olmuştu. Kaleciden çok, bir güreşçiyi andıran Selçuk, Boluspor forveti ile karşı karşıya kalıp, nice toplar almıştı onların ayağından o gün. ve maç golsüz sona ermişti.
İster inanın, ister inanmayın, o gün o tribünlerden tek bir küfür duymamıştım. Bir kişi, “ Bolu ormanlarından mı indin Lan?” diye bağırdı sertlik eden bir oyuncuya, onu da uyardılar hemen. birkaç hafta sonra Kayseri deplasmanında tribünlerde olaylar çıktığını ve çoğu Sivaslı 40 seyircinin can verdiğini radyodan duyunca çok şaşırmış ve dehşetli üzülmüştüm. Bu olay iki şehri düşman da etmişti ne yazık ki. Sivasspor’un sahası da kapatılmıştı federasyonca, bütün maçlarını dışarıda oynuyordu. Hilmi Kiremitçi, “ Leyleği havada gördük, Sivas’a hasret kaldık, dolanıp duruyoruz” diyordu bir gazeteye verdiği demeçte. Sivas tüm bu olumsuzluklara karşın, küme düşmedi o yıl. Niye yazdım bu yazıyı? Sivasspor Türkiye Süper Ligi’nde başa oynuyor bu yıl. 1967 yılında üç amatör kulübün birleşmesiyle kurulan (armasındaki üç yıldız., bu üç kulübü simgeler) bu güzide takımımız, 41 yılda bu düzeye geldi. Geldi de, mazisi yeterince biliniyor mu acaba?. Bu bağlamdaki vurdumduymazlığımız meşhurdur bizim. Neysi ki, Hakan Dilek’in “Üç Yıldız’ın Hikayesi” adlı bir araştırması var Sivasspor’un tarihine dair. Ancak bu kitapta Sivasspor’un ilk resmi maçına dair bilgiler göremedim. Arşivlerde ve belleklerde de olduğunu sanmıyorum. Ol sebepten dolayı, tarihe tanıklık edeyim dedim. Çok yazdım, tarih yalnızca devletlerin, savaşların ve medeniyetlerin tarihi değildir, kurumların tarihi de en az bunlar kadar önemlidir.
Sivasspor tarihinin kalın ve başarı dolu olmasını diliyorum.