4 Kasım ve Şefkat Çetin
Devlet Behçeli’nin on beş yıllık genel başkanlığına, siyâset etme biçimine bakınca ince bir ışık huzmesi dahi göremesem de, 4 Kasım kongresi arifesinde Şefkat Çetin’i kongre yönetimine getirmesinin neticeleri üzerinde durmak gerekiyor..
Kongre kazanılsa da kaybedilse de, bahse konu neticeler, Şefkat Çetin için hüsran olacak.
Devlet Bahçeli, Şefkat Çetin’i, mevcut teşkilatlanma başkanının ve divânın üzerine getirmekle kendisini kongre tartışmalarının içinden büyük ölçüde sıyırdı ve Şefkat Çetin’i attı arenaya. Genel Merkezin içinden gelen eleştirileri ve şimdilik homurdanma kıvamındaki rahatsızlıkları da onun üzerinde biriktirmeye başladı. Üzerine tepeden inme atanan bir kongre şefliğinin genel merkezdeki rahatsızlıklarının faturası da yine kendisine kesilmek üzere irsaliyeleri biriktiriliyor.
Kongre ile ilgili kendisini kuralsız bir şekilde ortaya atan Şefkat Çetin, kamuoyu nezdinde de özellikle kendisinin içinde bulunmadığı son on yılın bütün başarısızlıklarının ve günahlarının da hesabı sorulan bir role mahkûm edildi. Habur’da, Oslo’da ve benzerî gelişmelerde vatanın tehlikede olduğunu fark etmeyen Şefkat Çetin, âniden kongresi öncesi “milletin mukadderâtı”nın istikbâlinin karanlığını fark etti.
Milletin sinesinden çekilen, uzaklaştırılan, küçültülen Ülkü Ocakları, bütün ülkücülerin başını eğen, utandıran, mahcup eden hafif meşrep genel merkez yöneticilerinin skandalları, başta Genel Başkan Devlet Bahçeli olmak üzere olmak üzere ülkücülere yönelik türlü hakaretler, kendi sözüyle “vefası olmayanın imanı olmaz” ölçüsünde vefâsızlıklar “Ülkücü Hareket”in geleceğini tehlikede görmesi için yetmedi, bir kongre arifesinde âniden ve kuralsız bir şekilde “Ülkücü Hareket”in geleceğini tehlikede görüp sahaya indi.
Şefkat Çetin’in içinde bulunmadığı dönemlerin savunmasını da onun üzerine yıkan Devlet Bahçeli kendisini camia ve kamuoyu nezdinde bütün problemlerden soyutladı.
Sanki geride bıraktığımız on yılın bütün marazlarının, bütün başarısızlıklarının, bütün liyakatsizliklerinin, genel merkez kadrolarından sâdır olan bütün hafifmeşrepliklerin müsebbîbi kendisi değilmiş gibi gözlerden ırak gelişmeleri karşıdan izliyor şimdi.
On yıl evvel kapıyı gösterdiği Şefkat Çetin’i bütün tartışmaların odağı haline getiriyor ve giderayak bir kez daha kullanıyor.
Öyle ki, ‘onur’ gibi on yılık geçmişinde ‘siyâseten’ lûgatlerine girmeyecek bir kavramla rakibini suçlattırıyor.
Yani ateşe elini uzatmıyor, kendisi için yanacak birisi olduğu müddetçe.
***
Peki, Şefkat Çetin’in zekâsı, ferâseti bunu anlamaya yetmiyor mu?
Bu soruya, kendisini tanıyıp da “Evet yetmiyor...” diye cevap verecek bir tek ülkücü bile yoktur, herkes bunun aksini düşünür ve bilir.
Peki, neden buna bile bile rıza gösteriyor?
Neden kendisinin arenaya atılmasına, Devlet Bahçeli için bir temâşa malzemesi, camia için ise oldukça ağır eleştiri oklarına hedef tahtası haline getirilmesine müsaade ediyor?
Ne için ve değer mi?
ÜOB sıfatıyla verilmiş bir mücâdelenin öznesi olmuş bir ismi, bir ömrü bu kadar kısa zamanda, bu kadar umarsızca, bu kadar cömertçe, bu kadar pervâsızca harcamaya değer mi?
Ne uğruna?
Yaklaşık otuz kelimelik bir vatan-millet jargonu bütün bunları izah etmeye yeter mi?
Üzülüyorum aslında. Bunca yıllık ülküdaşlık ve dostluk adına üzülüyorum. Röportajlarının altına yapılan yorumları okuyunca üzülüyorum. Bunca yılın başarısızlıklarını, liyakatsizliğini meydanda tek başına savunmaya çalışmasını gördükçe üzülüyorum.
O yapıdan sâdır olan rezillikler karşısında oraya gidip “harekete el koyuyorum” deseydi arkasında bir ordu bulurdu. O zaman sessiz kalıp, şimdi tükenmiş bir genel başkanlığın ve üst yönetimin devamı için kuralsızca çabalayıp durmasına üzülüyorum.
Bu kuralsızlık kongrenin neticesini değiştirmeyecektir.
Ülkücü irâde ve ferâset liyâkatsizliğe, ilkesizliğe, 40 yıllık birikimin ayaklar altına alınmasına, çiğnenmesine, ülkücülerin ahlâkî zırhlarından soyundurulmasına, vefâsızlığa, diğer partilerin posası olmuş devşirmelerin baş tâcı edilmesine bu kongrede müsaade etmeyecektir...
Fakat kongre neticesinden bağımsız olarak ifade etmek isterim ki, neticesi ne olursa olsun bu kongrenin bir tek kaybedeni olacaktır:
O da maalesef Şefkat Çetin’dir...
Üzülüyorum...
“Keşke böyle olmasaydı!” diyorum.
Keşke Devlet Bahçeli başta kendisini, on beş yılını ve kurmay takımını kendisi savunsa ve anlatsaydı. Kafasındaki Ülkücü Hareket ve Milliyetçi Hareket Partisi geleceğini, kafasındaki Türkiye’yi, kafasındaki yeni kadroları, kafasındaki yeni siyâseti, kendisi anlatsaydı. Câmianın ve kamuoyunun karşısına kendisi çıksaydı keşke. Kendisi suçlasaydı kimi suçlayacaksa, kendisi hakaret etseydi kime hakaret edecekse, kendisi il il, teşkilat teşkilat gezseydi. Keşke böyle olsaydı. Keşke on yıl evvel kapı dışarı ettiği bir ÜOB’nını çağırmasaydı bütün bunlar için.
Keşke Şefkat Çetin, küstüğü dağdan odun kesmese idi, huylandığı pınardan su içmese idi... Sezen Aksu’nun o güzel şarkısında olduğu gibi çöle dönseydi, pâre pare olsaydı ama onursuz olmasaydı keşke aşk. Keşke Devlet Bahçeli ile bir fotoğraf karesinde donmasaydı o portre, benim için değil ama hâtıralar ve dostluklar için böyle olmasaydı keşke...