35 köylünün ölümü ve MİT
Birkaç gündür gazetelerin “MİT Güzellemeleri” ile yatıp kalkar olduk. Yazılanların içeriğine baktığımızda teşkilâtın kısa tarihinden ve geleceğe yönelik hedeflerinin açıklanmasından başka bir şey görmüyoruz. Bir de istihbarat teknolojisinin dünü bugünü ve geleceği hakkında bir fikir sahibi olduk. Ki onlar da o toplantıya katılanların ve onların yazdıklarını okuyanların tahmin edemedikleri şeyler değil.
Katılımcıların teşkilât bahsinde en fazla şaşırdıkları ve alkışladıkları şey ise, “MİT halka açılıyor” cümlelerinde gizli. Ülke içinde ve dışında dost ve düşmanlarının en mahrem bilgilerine ulaşmaya çalışan ve yerine göre savaş sebebi operasyonlar bile gerçekleştiren bir birimin “Halka açılması” normalmiş gibi, iyiymiş gibi? Bana biri gelip “MİT halka açılıyor” dese ilk tepkim, “Demek kendini lağvediyor” olur... Velhasıl, hiçbir istihbarat örgütü halka açılmaz, zaten MİT’in de böyle bir şey yaptığı yok, olamaz da. Böyle yazanlar meslekteki geçmişleri 20 yılı, 50 yılı geçmiş olsa bile ya okuru ciddiye almayanlar, ya MİT dâhil istihbarat örgütlerinin ruhu hakkında bilgisi bulunmayanlardır. Bir de, o esrarengiz duvarların arkasına geçme fırsatını yakalama heyecanından kalem ve dillerinin kontrolünü kaybedenler. İşte MİT bu konuda başarılı olmuştur. Tebrik etmek lâzım.
Gelelim bu toplantının can alıcı noktasına...
35 köylünün savaş uçakları ile öldürülmesinin ardından gözler tabii olarak MİT’e çevrildi ve “İstihbaratı MİT mi verdi” diye sorulmaya başlandı. İşte o toplantıda MİT gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcilerine, “Hayır biz böyle bir bilgi vermedik” dedi. Bunu yazılı olarak da yapabilirdi ama daha inandırıcı olmak için herhalde böyle bir yola girildi ve açık söylemek gerekirse bir hayli de etkili oldu. Toplantıya katılan herkesin kalem ve dilinden bütün Türkiye, 35 köylünün terörist olduğuna dair bir bilginin TSK’ya MİT’ten ulaşmadığını duymuş ve öğrenmiş oldu...
Tamam, duyduk ve inandık...
Duyduk ve inandık da...
İşte bu kardeşiniz tam da bu noktada, “Böyle bir bilginin MİT’ten ulaşmamış olması MİT’i masum kılar mı?” sorusunu soruyor... Anladık, o bilgiyi MİT vermedi, iyi de, Türkiye’yi Van depreminde Kürdü Türkü ile sarmaş dolaş hale getiren bir iklime, 35 kişinin savaş uçakları tarafından öldürülmesi ile o iklim ve o ruh haline asit dökülmesinde MİT’in ön alması gerekmez miydi? Yani dünyanın dört bir yanında faaliyet gösterme hamleleri yapan MİT, PKK ile Türkiye arasındaki bölgede ister PKK tarafından, ister, birilerinin söylediği gibi TSK içindeki “Ergenekon uzantıları” tarafından, ister MOSSAD, ister CIA’ca tezgâhlansın, bu tezgâhı bozmalı değil miydi? MİT dediğin işte tam bu noktada bana lâzım değil mi? Yaşadığımız tablo gösteriyor ki “Türkiye’ye zarar vermek isteyen akıl” bu bahiste bütün kurumları ile “Türkiye’yi bir arada tutmak isteyenlerin aklından” üstün çıkmış, başımıza bu çorabı örmüştür. MİT de, Polis gibi, TSK gibi ve diğer bütün devlet kurumları gibi, millet ve devleti bir arada tutmak isteyen aklın unsurlarındandır ve Türkiye’nin bu en hassas noktasında görev ve sorumluluğu en ağır kurumlardan biri, belki de birincisidir. Gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcileri ne yazarsa yazsın bu bahiste MİT’in de yetersiz kaldığını olup bitenlerin sonucuna bakarak görebiliyor, üzülüyoruz.
Bu satırları yazmamızın en önemli sebeplerinde biri de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün kurumlara sirayet etmiş olan, “Aslında ben hatasızım” haletiruhiyesinin yeniden yapılanma aşamasındaki MİT’e de sirayet etmesine gücümüzün yettiğince engel olmaya çalışmaktır. Çünkü o toplantıda yapılan açıklamalardan böyle bir endişeye kapıldık. Olup bitenler uzun uzun anlatıldıktan sonra, “Belki bizim de bir ihmalimiz olmuştur” denilseydi bu bahiste tek bir harf bile yazmazdık. Bir de, o toplantıya katılanların kahir ekseriyeti diğer kurumlardaki “Benim hiç suçum yok” hastalığının MİT’e de sirayet etmesine katkı sağlar bir gönüllülük sergilediler; onlara da ikaz olsun istedik.