32. Gün Olumsuz Örnek Oluşturabilecek Davranışlar logosuyla mı yayınlanı
Biz onun gözünün içine bakıyoruz ki, sorumluluğu altındaki RTÜK’ü harekete geçirsin de, kırmızı noktalı “aile dizileri”nin yayınıyla ilgili bir düzenleme yapılsın diye o çıkıp ekranda “nah” çekiyor milyonların gözü önünde... Daha doğrusu çekecekmiş gibi yapıp, tam “n”nin kıyısına kadar geliyor, moderatör de çok afedersiniz eşek değil ya bakana öyle laf ettirilir mi; tamamlayıveriyor!
Sonrası kıkırdaşma,
kikirdeşme...
Hikayenin başı neydi bilmiyorum; sanıyorum “AB”ydi konu. Arınç’ın gururla “vatana ihanet bile diyordum, anayasal suç olarak nitelendiriyordum AB’ye girmeye çalışılmasını, ama sonra öyle olmadığını anladım” diyerek dudak uçuklatan değişiminin sırlarını anlatmasının peşisıra yaşandı çünkü vak’a.
Birand’ın kahkahalarıyla
irkildim.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir anekdot anlatıyordu... Lafının orta yerinde bir es verip öyle tamamladı cümlesini.
Sanki “cümledeki boşluğu doldurunuz” yazılı bir sınav kağıdı koymuşlar önüne, Birand’ın “ben biliyorum, başarabilirim, yapabilirim” diye öyle bir atlayışı vardı ki sormayın gitsin:
“Nah....”, “Nah girerler”
Arınç’ın verdiği “es”te bu iki kelime gizliymiş meğer.
Arınç yüzünde kocaman bir gülümsemeyle “Ben demiyorum!..” dedi Birand’a!
Baktı karşıdan gülücük yağıyor çektiği harekete, iyice gevşedi Birand, oturduğu koltuğa daha bir yayıldı. Bir laubali ifade yerleşti suratına.
Arınç’a da tavsiye etti aynını:
“Rahat olun, rahat olun...”
Bir süre gülüştüler.. Sonra, tam Arınç kaldığı yerden konuşmaya başlayınca, Birand araya girdi:
“Nah girerler!..”
Ve bir seans daha kahkaha, kikirdeme, kıkırdama...
Yanlış bir şey yaptığının farkında olan ve o yanlışta ısrar eden yaramaz çocuklar, korkuları bastırmak için gülüşürler ya aralarında işte onu andıran bir sahne...
Biri Başbakan Yardımcısı...
Öteki yılların televizyoncusu...
Bulundukları yer mahalle kahvesi mi, televizyon ekranı mı; daha onu bile ayırt edemiyorlar!
Bu seviye karşısında, “... izlerim bundan sonra” demekten başka çare bırakmıyorlar insana!
Boşluğu Birand doldurur nasıl olsa...
(Not: “Nah” yerinde kullanıldığında ayıplı bir kelime değil aslında. “Nah şurda”, “nah burda” bir işaret ifadesi olarak sıkça kullanılır Anadolu’da; boğazın bu yakasına geçince de “nah”, engellenemez biçimde “na” olur bir anda...
Ama Birand’ın “nah”ı başka, onun karşılığı argo lugatlarında!)
Hukuk çökünce işimiz zebanilere kaldı
Sonunda bu hale getirdiler...
“Hukuk devleti” iflas etti...
“Vicdan”dan da umut kesildi...
Millet de, ne yapsın baktı olacak gibi değil, işini Allah’a havale etti, kenara çekildi.
Tek millet mi? Devlet de
öyle...
Birkaç gün önce Silivri’de görülen Balyoz Davası’nda sanıklardan Embiya Şen “suçsuzluğunu ispat için AKP’liliğini ispatlamaya!” kalkışınca, sözün bittiği yere gelmiş olmalılar ki şöyle bağırdı diğer sanıkların yakınları:
“Allah belanı versin!”
Akşam gazetesinin haberi, milletten sonra devletin de “beddua”ya sığındığını
gösterdi!
Habere göre Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü, Bahçelievler’deki arazilerinin yarısını yeşil alan yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne itirazlarından sonuç alamayınca çareyi Belediye Meclis Üyelerine “insafa çağrı” mektubu yollamakta buldu. Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlü İbrahim Özekinci imzasıyla yollanan mektupta “vakıfların duası kadar bedduası da olduğu” hatırlatılıyor, “zebaniler denetçiniz ve cehennem nasibiniz olur” uyası yapılıyordu!
***
Son günlerde “nasıl bir ülke oldu Türkiye” sorusunu daha sık sormaya başladınız değil mi siz de?
Hemen anlatayım. Bundan böyle;
Enerji Bakanımızın buyurduğu gibi, gün ağırdığı vakit yani Hoca “Allahü Ekber” dediği anda ayaklanıp, çalışmaya koyulacağız...
Sabah ayazında dondurur ama, Adalet Bakanı’na danışmanlık yapan hakimin buyurduğu gibi biz kadın kısmı “etek” giyeceğiz mutlaka! “Pantolon” gibi bir “cinsel teşhir maddesi”ne bürünmekten iyidir sonuçta!
E zor tabii, bir müddet afyonun patlayamaması hali görülebilir insanlarda. Aman diyeyim, iyice açıldığınızdan emin olana kadar yıkayın yüzünüzü, öyle çıkın sokağa. Mazallah uyku sersemliği ile Milli Eğitimin buyurduğu “1 metre” kuralını ihlal edersiniz de...
Efendim?
O kural öğrenciler için mi geçerli?
İyi de sizden gördüğünü yapan evlatlarınız, siz örnek olmazsanız nasıl kovalambaç oynarken aradaki mesafeyi koruyabilirler ki mesela! Hoş sobelemek, ebelemek, yakalamak için filan hayli yaklaşmak lazım oyun arkadaşına... Demek ki neymiş bu oyunlar da yasakmış artık çocuklara... Yahut isteyen ya haremlikte oynayacak ya selamlıkta!
İstanbul’da yaşayanlar mı?
Değil bir metre, bir milim bile mesafeye yer olmayan toplu taşıma araçlarında, yapışık düzen gitmeye mahkum bu kulların günahı da “1 metrelik boşluklu nizama” uygun sayıda araç tahsis etmeyenlerin başına artık!
Böyle zor koşullarda başladığınız günü bitirmeyi başardınız diyelim...
Yorucu bir günün sonunda eve dolu torbalarla dönme hayaliniz zamlara takılabilir ama üzülmeyin Başbakan Yardımcısının buyurduğu gibi “vardır bir hikmeti” nasıl olsa...
Vaktiyle girin evinize, homini gırtlak Hoca “Allahü Ekber” dedikten sonra tumba yatak;
Malum sabah erkenden kalkılacak!
Böyle bir ülke olduk işte!
Ha, böyle mi devam edecek diye merak ediyorsanız... Millet-devlet elele “beddua”ya sığındı bekliyor işte...
Bundan sonrası;
“İlahi adalet” nasıl derse, öyle...
TBMM’de İskoçya modeli uygulansın!
Anayasa madde 10...
Kadın-erkek eşittir.
Eşit haklara sahiptir.
Erkek mebuslar pantolon giyiyor. Kadın mebuslar da giymek istiyor. Giyemiyor.
*
Bu nasıl eşitlik?
Anayasa’ya alenen aykırı.
*
Deniyor ki: “Asıl türban serbest olsun.”
*
Bak, o olur. Kadın mebuslar türban taksın. Erkek mebuslar da türban taksın. (Hintliler gibi.)
Anayasal eşitlik sağlanmış olur.
Ancak... Erkek mebusların türban takması, kadın mebusların pantolon eşitsizliğini çözmüyor.
Dolayısıyla, önerim şu: Kadın mebuslar etek giysin. Erkek mebuslar da etek giysin. İskoçlar gibi. Anayasal eşitlik sağlanmış olur.
*
Üstelik. Avrupa Birliği’nin “eşitlik standartları”nı belirleyen istatistik kurumu Eurostat, İskoç erkeklerinin giydiği eteği “kadın giysisi” olarak sınıflandırmış, İskoçya itiraz etmiş, İngiltere destek vermiş, neticede, Avrupa Birliği’nin komisyonlarında incelenmiş ve İskoç eteğinin “kadın giysisi değil, erkek giysisi” olduğu resmi olarak kabul edilmişti. AB’ye de uyumlu yani.
*
Ha, yakışır mı derseniz...
Sean Connery giyiyor.
Adam hem 007, hem sör.
Prens Charles giyiyor.
Mel Gibson giydi.
Oscar aldı.
*
Hazır, sayın Apo tarafından da, memleketteki sorunların çözümü için İskoçya modeli önerilmişken... Hukukçu kimliği ve insan hakları savunuculuğuyla ünlü mebusumuz Hasip Kaplan’ın bu konuda öncülük yapmasını
bekliyorum.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Emir büyük yerden
Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni Eyüp Can önceki günkü yazısına “Uyarı mesajı Osman Kavala’dan gelince dikkat kesildim...” cümlesiyle başladı.
Eeee; Osman Kavala’nın uyarısı demek George Soros’un uyarısı demek ise eğer; haksız mı!
Bir de “Allah’a sığındığını” söylüyor... Yüzsüz...
Cumayı kaçırmıyor...
Hacca gidiyor...
Umreye gidip gidip geliyor...
Oruç tutuyor...
Dana kesiyor...
Din...
İman...
Allah dilinden düşmüyor...
Ama sahtekâr...
*
Bu kadar dinden imandan söz edilen ülkede niçin bu kadar vurgun, talan, soygun, hırsızlık olur hafız?.. Yolsuzluklar, iddialar, belgeler havalarda uçuşuyor...
Tepedekinden en alttakine kadar... Her birinin sırtına yapışmış yolsuzluk dosyaları... Öyle kamburlarla çıkıyorlar milletin huzuruna... Sıradan memur maaşıyla gelenler, Harun gibi tünüyor...
Nasıl olur?..
Bir tekinden dahi hesap sorulamıyor...
Hesap sormaya kalkan savcıların ve yargıçların tümünün başına mutlaka bir şey geldi, sürüm sürüm süründürüldüler...
Rastlantı mıdır?..
*
Ve arkalarında bir toplum ki...
Yüzde 99’u Müslüman...
Yer gök cami...
Yarısı hacı, yarısı hoca, kalanı mümin, gerisinin dilinden düşmüyor din, iman...
Ama hırsızı seviyor...
Sahtekârlıklar, yalanlar, dolanlar, soygunlar, hırsızlıklar onu rahatsız etmiyor... Dizideki Meldo’ya kızıyor da, çocuklarının geleceğini karartanlara kızmıyor... Ağzı oynayanı “orucunu yiyor” diye yatırıp dövüyorlar ama Türkiye’yi yiyenlere kaşını çatmıyor...
Tepkileri yok...
Kendi payına kaçak elektrik mi düşer, apartmanı var ama yeşil kart mı düşer, ormanı açmak mı düşer, Hazine arazisine konmak mı düşer, bedava kömür mü
düşer?..
Razı...
Aslında suç ortaklığıdır...
Daha doğrusu, büyük suçun küçük ortağı...
*
Deniz Feneri iddiası da bu yüzden yapanın yanına kalır...
Çünkü böyle cemaate, böyle imam yakışır...
*
Dosyayı gözlerine sokan Kılıçdaroğlu suçlu çıktı...
İyi mi?.. Nitekim dosyayı açmaya kalkan savcılar da sürülmüştü...
Ama ne yapacaksınız?..
Din diyor... İman diyor...
Bir de “Allah’a sığındığını” söylüyor...
Yüzsüz...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
“Gurbetçiler dolandırılmış ve suçlular himaye görmüş” hükmü oluşursa bu, AKP’nin dokuz yılda sağladığı tüm kazanımları bir anda sel gibi siler süpürür.(...) Deniz Feneri söndü, adaletin ışığı yansın!
Güngör Mengi / Vatan
Aynı damın kazıyız biz
Seçimler bitti; birkaç ay geçmedi ki; ilk zam haberi elektrikten
geldi...
Sonra onu doğalgaz zammı
izledi... Ve dün güne bir uyandık ki... Aman, aman, aman!
Sigaradan...
Alkollü içkilerden...
Cep telefonundan...
Motorlu araçlardan alınan Özel Tüketim Vergisi’ne enflasyon oranının iki katından fazla zam
yapılmış...
Yani bundan sonra sigara değil, vergi içeceğiz... Çünkü sigara için ödediğimiz her 10 liranın, 6.9 lirası artık vergi olacak...
Bu haberleri duyunca hani meşhur fıkradaki gibi üzülmek, isyan yazıları yazmak falan değil; şarkı söylemek istiyorum nedense...
Dün de ağzıma bu yılın en popüler şarkısı dolandı...
Tabii farklı sözlerle:
***
Aynı yoldan geçmişiz biz
Aynı zammı yemişiz biz
Ölümüz bir, dirimiz bir
Aynı damın kazıyız biz
Vergiler bir, kazıklar bir
Hep beraber yutarız biz
Yapanlar bir, edenler bir
Döner döner seçeriz biz
Mustafa Mutlu / Vatan
“Tehdit gibi” demek hafif kalır
YÖK Başkanı’nın açıklamasını görmüşünüzdür..
Tehdit gibi sözü hafif..
Resmen tehdit..
Demiş ki; ’üniversitelerimizin tamamında başörtüsü meselesi halledilmiştir. 30-35 civarında hocamızın hâlâ buna karşı duruşu var, onları yakından takip ediyoruz. Yakında bu mesele halledilmiş olacak.’
Nasıl?
Hocaların ayağının altına karpuz kabuğu koyup kaydırarak mı? Üniversiteden uzaklaşmaları için her türlü yol denenerek mi? Akademik geleceklerini bitirerek mi?
Nasıl?
YÖK Başkanı’nın sözünü nasıl anlayalım!
Mehmet Tezkan / Milliyet