30 Ağustos, Ulu Türk’ün Görklü Zaferi
Işığı karanlıklardan sökmenin adı şafak/ O söktü şimdi biz sökün sökün/Sökeceğiz emperyalizmin köpek dişini
26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe’de böyle demişti o gökçek ordu, o büyük kumandan. Söküp atıyorduk müstevlinin “aşılmaz” denilen tahkimatlarını. Söküp atıyorduk ya, bu salt bir cephe savaşı değildi, salt bir kurtuluş savaşı da değildi, Türk’e yeni bir yol, yeni bir yön vermenin de önsözüydü.
Ateş idarelerinde aslında/Aydınlık yarınlar tasarlanmakta/Bu atlılar yeğin, ansızın, ünlü/Dörtnala mutluluk, esriten muştu
Tepeler savaşta direnç noktası, inanç noktası, moral, umut ya da düş kırıklığı. Bugün Türk ordularına dere-tepe dümdüzdür ha!
Tepemize çıkmışlardı, tepelendiler/Tepelerin boynuna sarılıyor sevinçle piyademiz/Özlemler artık İzmir’e doğru/İlerleme bize özgüdür şimdi/Mâkûs talihi onlara yazdık
Heyy hey, yine de hey hey!/Aslıhanlar’a Kerem Ordusu geldi/Dağlar yürüyecek artık o büyük suya kadar/İşin başında bir ulu Gâzi/Şımarık İtilaf hayretle onun ağzına bakar
Peki ne diyor Ulu Gâzi:
“Efendiler, 26-27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde düşmanın Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkumandanlık Meydan Muharebesi adı verilmiştir), düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.”
Kimin tutkusu bozgun/Kimin ülküsü utku/Bu öyle bir ülkü ki/Türk devrimine gebe
İstanbul’dakilerde bir telaş bir telaş... Yine yeni entrikalar peşindeler. Ankara’ya Rauf Orbay’a ulaşıyorlar, ateşkes teklif ediyorlar, sözüm ona Kaf dağından kar bağışlıyorlar, “görüşmeye ve yeni ödünlere” hazırmışlar. Hayır diyor Gâzi hayır, İzmir alınmadan asla, ama Trakya’yı boşaltmak isterlerse konuşabiliriz
Yine Büyük Nutuk’a
dönelim mi:
“Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle görüşme yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında verdiğimiz ilk hedefe, Akdeniz’e ulaşmışlardı.”
İşte Atatürk, işte Milli Mücadele bu! Ne neo-Osmanlıcılığınız örtebilir bunu, ne “united states of irtica”nız, ne neo-mütareke medyanız, ne fesat karıştırılmış sözde “milli iradeniz”, ne de şahsi menfaatlerinizi müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid etmeniz. Şairin dediği gibi “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır”, yine boğarız vatanın harim-i ismetinde sizi.
Çifte bayramdır bugün, birini kutlayacaksınız mutlaka; aman ha, 30 Ağustos Zafer Bayramını yaşamayı ve anmayı sakın unutmayınız!