30 Ağustos düşünceleri
Dünyanın çeşitli ülkelerinde “Ordu Günü” gibi isimlerle anılan ve o ülkenin silahlı kuvvetlerinin güç ve gösteri günü olarak bilinen gün bizim ülkemizde 30 Ağustos’ta gerçekleşir. Ancak 30 Ağustos Türk tarihinde Büyük Taaaruz sonuç günü değildir. Zaferler ayı Ağustos sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin değil tarihteki yüzlerce Türk devletlerini de temsil eder.
Kimilerine göre aylarca süren hazırlıkları lüzumsuz masraf gibi görünse de dünyanın iddialı ülkelerinin tamamında bu gösteriler propaganda üstünlüğünün gereğidir. Kızıl Ordu’nun Moskova Meydanı’ndaki geçişini sadece Rus halkının değil, bütün dünyanın izlediğini yeni nesiller bilmese de eski tüfek komünistler bundan gurur duyarlardı. SSCB’nin dağılmasıyla prestijini yitiren Rusya’nın bütün dünyaya meydan okuması, son Kafkaslar operasyonu ile yeniden güç odağı haline gelmesi ordusunun sayesinde gerçekleşmiştir. Bu küresel güç Çin için ne kadar geçerliyse, binlerce yıllık devlet geleneğine sahip olan İran ve İngiltere gibi ülkeler için de geçerlidir. Başkentlerdeki tüm yabancı misyon denen büyükelçiler, konsoloslar ve ataşeler o günü yıl boyunca ip ile çekerler. Görevleri icabı topladıkları askeri bilgilerin teyit edilme günüdür. Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesi personeli silah ve teçhizatlarının sergilendiği alan da aslında “psikolojik savaş” vardır. Sadece tanklar, toplar, füzeler, uçaklar sergilenmez o alanda. Personelin inanç ve kabiliyeti de dosta düşmana gösterildiği için bu fırsatı dünyada ve bölgesinde var olma iddiasında bulunanlar asla kaçırmazlar.
Dünyanın hiçbir ülkesinin sahip olamadığı ve adına “Türk yıldızları” dediğimiz savaş pilotlarımızın gösterisinden her Türk gurur duyar. Uçakların semalarda nefes kesen gösterisi aynı zamanda Türk Ordusu’nun dünya barışının teminatı olduğu gerçeğinin yansımasıdır. Dolayısıyla 30 Ağustos’taki Hipodrom geçişi sıradan bir ordu günü kutlaması değildir. Bulunduğu stratejik coğrafyada tutunabilmenin bedelini her daim ödeyen milletin buna her yıl hazır oluşunun kanıtıdır da diyebiliriz. Liberal rüzgarların sağa sola savurduğu bazı çevreler 30 Ağustos’taki konuşmalar ve törenlerden siyasi televole malzemesi çıkaracağına Atatürk’ün “Ordumuz hayat ve haysiyet mücadelesinde milletin ve milletin gayelerinin yegane dayanağıdır” sözünü hatırlasınlar.
Gelelim 30 Ağustos ile beraber komutanların yaptığı konuşmaları değerlendiren malum medyanın tavırlarına. Darbe günlerindeki postal yalayıcılıklarını bir kenara bırakıp rejimdi, ekonomiydi, dış politika, irtica yaygaralarıyla darbe çığırtkanlığı yapanlar şu günlerde yandaş medyadan nemalanmak için pek bir demokrat kesilmeye başladılar.
Birinci görevleri metinlerden cımbızladıkları kelimelerle askere taaruz etmektir. Türk ordusunu planlı bir şekilde sinsice yıpratmanın bedelini uluslararası fonlardan aldıklarıyla hak etmekte olanları 30 Ağustoslardaki toplantılarda görünce midem bulanıyor. Bir taraftan komutanlara yalakalık yapıp, öte yandan da dedikodu yazanlarla aynı mesleği, gazeteciliği paylaşmaktan utanç duyuyorum.
Başbuğ Paşa’nın terörle mücadelede AB uyum yasalarının zaaf sebebi olduğu gerçeğini yansıtmasını Paşa’nın AB karşıtı olduğu şeklinde iddia etmek işlerine geliyor. Yine paşaların ulus devlet düşüncelerini görmezden gelip sadece laiklik konusunu ön plana çıkarmaları da onların objektif tarafsız gazetecilik (!) kimliklerinin gereğidir.
“Ne Mutlu Türk’üm” ve “Ben Türk Ulusu’nun ferdiyim, vatandaşıyım” demekten çekinmemelidir sözlerini alt kimlik-üst kimlik safsatalarıyla tartışanlar AKP değirmenine su taşımak için uyarıları muhtıra diye satarlar.
Her birini en az benim kadar yakından tanıdığınız malum kalemşorlarla ilgili daha fazla yorum yapmaya niyetim yok. Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında devir teslim töreniyle ilgili televole görüntülerini ibretle izledim.
30 Ağustos resepsiyonları ve Gazi Orduevindeki intibalarımı önümüzdeki yazıya bırakıyor, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın Türk milletine hayırlara vesile olmasını ve dünya barışına katkı sağlamasını diliyorum.
Ülkü ile kalın.