3 Mayıs ve milliyetçiliğin yargılanmasındaki süreklilik
Tarih boyunca Türk milletinin Ön Asya topraklarındaki egemenliğini yok etmeye yönelik sayısız girişimi söz konusu olmuştur. Son iki yüzyıllık süre içinde “Hasta Adam” söylemiyle ifade edilen “Doğu Sorunu” gerçek manada bir Türk sorunuydu. Doksanüç Harbi, Birinci ve İkinci Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Ön Asya topraklarındaki Türk sorununu çözüme kavuşturmak için büyük güçlerin başvurduğu askeri girişimlerdi. Sonuçta bu saldırılar, Türklerin Avrupa’da hâkimiyeti altında tuttuğu topraklar büyük ölçüde sınırlandırılmış, ancak Ön Asya topraklarındaki Türk hâkimiyeti kırılamamıştır. Türklerin Ön Asya’daki hâkimiyetini kırma mücadelesinin Lozan’la birlikte yok olması, Türkler üzerinde yeni stratejilerin devreye sokulmasına neden olmuştur.
Türkiye’yi Türk kılan iradeye yönelik saldırılar Osmanlı’nın Mondros Antlaşmasını imzalayarak -bir anlamda- teslim olmasıyla başlar. Önce işgal altındaki başkent İstanbul’da “Ermeni Tehcir”i ile ilgili mahkemeler kurulur ardından da zamanın devlet yöneticileri Malta’ya sürgün edilerek orada İngilizler tarafından yargılanır. Sözde savaş sırasında işlenen suçlar, gerçekte ise Türklerden Ön Asya topraklarını Türk hâkimiyeti altında tutmak için niçin direndiklerinin hesabı sorulur. Sonuç herkes tarafından bilinmektedir.
Kurtuluş Savaşıyla emperyalist düşmanın iştahı bir kez daha kursağında kalır. Atatürk’ün rahmetli olmasından sonra da Anadolu’yu Türk kılan irade yeniden yargılanmaya tabi tutulur. Malta yargılanmaları İngiliz işgali altındayken yapılmıştı. İkinci ve ciddi bir yargılanma ise SSCB’nin korku ve etkisi altında yapılmıştır.
Malta ile 3 Mayıs 1944
Mahkemeleri’nin benzerliği!
Gökalp’i yargılayan Malta’daki mahkeme ile Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş’i yargılayan 3 Mayıs 1944 Mahkemesi aynı amaç ve iddialara yönelik olarak kurulmuştu. Her iki mahkeme de yargılamalarını Türkçülük ve Turancılık suçlamalarının üzerine oturtmuştur. Ziya Gökalp’e yöneltilen suçlama ile Alparslan Türkeş’e yöneltilen suçlamalar da Gökalp ve Türkeş’in suçlamalara verdiği cevaplar da benzerdir. Mahkeme heyeti “Türklerin birliğini ve bağımsızlığını” savunmayı başlı başına bir suç olarak görmüştür. Kuşkusuz bu mahkemelerin bir mantığı da vardır: Malta mahkemeleri İngiltere’nin Osmanlı coğrafyasındaki hâkimiyetine karşı oluşacak milli direnişi kırmak amacına yöneliktir. 3 Mayıs 1944’de Türkçüleri yargılayan mahkeme de SSCB’nin Avrasya’daki Türkler üzerindeki etkisini kırmaya yöneliktir. 3 Mayıs’taki mahkemeyi kuranlar, bu tavırlarıyla 2. Dünya Savaşı’ndan muzaffer çıkacağı anlaşılan SSCB’ye bir çeşit mesaj vermişlerdir.
12 Eylül Mamak Mahkemeleri!
Türk milliyetçilerine yönelik olarak 12 Eylül 1980 sonrası kurulan Mamak mahkemeleri de aynı zihniyetin devamıdır. Türk milletinin önüne “Türk İslam Ülküsü” adlı iddialı bir proje koyan Türk milliyetçileri bu kez iki süper güçten birisi olan ABD’yi rahatsız etmişlerdir. 1979’larda ABD, o dönemde Afganistan’ın SSCB tarafından işgaliyle büyük bir prestij kaybetmişti. Aynı dönemde İran’da meydana gelen Humeyni devrimiyle de İran, ABD’nin kontrolünden çıkmıştı. Türkiye’nin de elden çıkması ihtimaline karşılık ABD, şartları olgunlaştırıp, yerli aktörlerini devreye sokarak 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasını sağlamış ve böylece Türkiye’nin ABD’nin yörüngesinden çıkmasını önlemiştir. Ardından da yine Türk milliyetçileri çeşitli bahanelerle tutuklanarak yargılanmışlardır.
Günümüzün en etkin küresel gücü ABD’dir. Türkiye’de yine ABD’nin bölgedeki işgal ve hegemonyalarına karşıt olan millici, Türk milliyetçi kesim akıl dışı iddia ve itham sağanağı altında yargılanmaya devam ediyor. Türk milliyetçilerinin Malta’dan bugüne yargılanması ve suçlanmasında süreklilik arz ediyor. Bu durum Türk milliyetçilerinin iktidar dışı kalmalarına katkı sağladığı için de sistem tarafından destekleniyor.