28 Şubat'ın düşündürdükleri!
28 Şubat, meşruiyetini halktan alan bir hükümetin, meşruiyetini silahtan alan bir grubun baskısıyla düşürülmesi anlamına gelir. Bu durumu, 28 Şubat’ın o dönemdeki aktörleri “Postmodern darbe” ya da “balans ayarı” gibi kavramlarla açıklamışlardı. Adına ne denilirse denilsin halkın verdiği yetkiyi askerin ya da başka herhangi bir gücün geçersiz sayması kabul edilir değildir. 28 Şubat açıkça elinde askeri güç bulunan bir heyetin bu gücü amaç dışı, hatta halka karşı kullanması anlamına gelmektedir.
Türkiye’de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubatların bir müdahale kültürü yarattığı doğrudur. Bu durum elinde güç bulunduranları da zaman içinde müdahaleye heves eder hale getirmiş olabilir.
Ancak demokratik sistemin darbeyle kesintiye uğraması, yalnızca birilerinin buna hevesli olmasıyla açıklanamaz. Birilerinin darbe ortamı yaratmak için ülkeyi istikrarsızlaştırmasıyla da konu açıklanabilir değildir. Darbe ya da müdahale bir sonuçtur ve bu sonucu üreten de birçok faktör vardır. Bu faktörlerin başında da Türkiye’deki siyasi zihniyet gelmektedir.
Kördüğüm ve İskender!
Bugün de Türkiye’de siyaset aynı zamanda sebepsiz zenginleşmenin, yolsuzluğun, uyumsuzluğun, muhalifleri susturmanın, karşıtlarına her türlü baskıyı uygun görmenin aracı durumundadır. 28 Şubat sürecinin yarattığı ortamın ürünü olan AKP, bugün de kendisi aleyhine verilmiş olan yargı kararlarını tanımamaktadır. YSK ya da Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlardan bazılarını tanımayan bir iktidar anayasal düzeni nasıl işletebilir? Durum siyasi etik ve estetik yönden de çok farklı değil. İktidar partisiyle ana muhalefet lideri o günkü pozisyonları bugün de benzer biçimde sürdürüyorlar.
İşin özü demokrasiyi kesintiye uğratan zihniyet tek odaklı ve tek yönlü değildir. Siyaseti her seferinde kördüğüm haline getirenler; onu çözmek yerine kesmek yolunu seçen İskender’i de kendi elleriyle yaratmaktadır.
Hiç kuşkusuz gücün amaç dışı, hele hele halkın aleyhine kullanılması her zaman kötüdür. Bu gücün maddi, manevi, sivil ya da askeri güç olması fark etmez. Burada esas olan gücün amaç dışı kullanılmış olmasıdır.
Gücün amaç dışı kullanımı!
Elbette siyasetçi olmadığı halde siyasete hariçten müdahale edenler yanlış yapmaktadır. Bunu tartışmaya bile gerek yoktur. Ancak bu eline geçirdiği siyasi gücü kötü kullananları da beraat ettirmek anlamına gelmez.
Diğer yandan sahip olunan askeri/maddi gücün yanlış ve amaç dışı kullanılması ne kadar kötüyse aynı şekilde sahip olunan dini/siyasi/manevi gücün amaç dışı kullanılması da ondan daha kötüdür. Askerin silahı yanlış kullanması ne kadar tehlikeliyse biçimsel ya da doğal dini liderlerin inancı, siyasetçilerin de siyasi erki yanlış kullanmaları bir o kadar tehlikelidir.
Yanlış yapanın, maddenin ya da mananın sultanı olması çok da önemli değildir. Kötülüğü ister asker, ister siyasetçi; ister halk adına, isterse hak adına yapmış olsun, onun kötülük olma vasfını değiştirmez!