2023 derken 1984'e doğru
Ortalama zekaya sahip her insanın akıl ve algısına hakaret düzeyinde zırvalık içeriyor olsa bile, en nihayetinde maksatı hasıl kılan "Bülent Arınç'a suikast senaryosu"nu yazan, yöneten, çevrilen "film"de rol almasını arzu ettiği bütün emniyet, yargı ve ordu mensuplarının tesadüfen (!) aynı gece nöbetçi kalmasını sağlayan, siyasi iradeyi "hiçbir direniş tanımamaya" ikna eden -evet- şimdi "FETÖ" diye anılan o hain yapılanmaydı.
Ve fakat…
Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, "Oraya girilmesi halinde devlet sırları ifşa olur" diyerek, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'na "baskın (!)" yapan "FETÖ'cü" savcı, hakim ve kolluk gücünün "kozmik oda"ya girmemesini "rica" ederken, "Bizden saklayacak neyiniz var, niye böyle yapıyorsunuz?" diyerek odanın açılması "emrini" veren "FETÖ" değildi!
Tezgâhı kuran o olsa da, iktidarın o günkü bütün "bileşenleri (!)" vakıf oldu o baskının sonucunda ulaşılan "devlet sırları"na!
***
Şimdi "Allah affetsin" filan diyor olsalar da o gün ziyadesiyle işlerine geldi "yerini almaya çalıştıkları devlet"in ne menem bir şey olduğunu öğrenebilme ihtimali; bütün bilgileri, belgeleri, planları, öngörüleri, belki kendileri gibi düşünenlere karşı geliştirdiği tedbirleri, bunları hangi yolla ve kimler aracılığıyla hayata geçireceği… Hepsini ele geçireceklerdi. O saatten sonra "hazırlıksız" yakalanabilecekleri hiçbir hukuki, siyasi, askeri ve dahi sosyal, ekonomik tehdit beliremeyecekti.
Parti, cemaat, örgüt… "Devlet" olmak niyetindeki hiçbir oluşumun reddedemeyeceği kadar cazipti.
***
Sonuçta, bundan sonra "devlet" kendileri olacaktı; bu sırların ifşa olmasının "eski devlet"e vereceği zararı neden umursasınlardı; umursamadılar.
Kiminin "derin devlet", kiminin "devlet aklı", kiminin başka başka şeyler dediği velakin son tahlilde her türlü krize, tehdit, tehlike, işgale karşı "devlet" dediğimiz mekanizmanın sair zamanda görünür olmayan ama var olduğuna güven duyulan "çıkış yolu"nun üzerine itinayla beton döktükleri o günden sonra da bir daha hiç durmadılar farkındaysanız; "fren"e gerek duymadılar.
İstedikleri her şeyi aldılar.
"Kendi elleriyle besledikleri canavarın onları yemeye kalkışması" gibi bir küçük hesap hatası dışında, ufak tefek yol kazalarına uğrasalar da, bugüne kadar hemen her şey planladıkları gibi gitti.
***
Nasıl olur da Meclis sözlerinin üstüne söz söyleyebilirdi; nasıl olur da "onlara rağmen" yasa çıkarabilirdi; sayısal olarak "tek başına" yasa geçirme şansını kaybettikleri parlamentoyu/yasamayı işlevsizleştirdiler.
Kim, ne cüretle hesap sorabilirdi onlara? Kim "ifadelerini" alabilirdi? Kim, çıkardıkları yasaların yürütmesini durdurabilirdi? Onlar "ol" dedikten sonra, kim yasa, Anayasa engeli koyabilirdi oldurmayı kafaya koyduklarına? Sanal düğmeli cübbe devrini başlattılar; yargıyı yürütmeye bağladılar.
Onlar üniversitelerden "görüş" isteyeceklerine, üniversitelerden onlardan "görüş" alır oldu; açıp kapatacakları akademik bölümlerle ve o bölümlerde vercekleri eğitimin şekliyle ilgili bile!
Tam da hayal ettikleri gibi Türkiye;
Genelkurmay Başkanı'nın adını bilen yok. Kuvvet Komutanlarının adını bilen yok. Sağlık Bakanı'yla -o da konjonktürden dolayı-, "damat" dışında bakanların adını bilen yok. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın, Yargıtay Başkanı'nın, Danıştay, Sayıştay Başkanlarının adını bilen yok. Rektörlerin adını bilen yok. Valilerin adını bilen yok. Milletvekillerinin adını bilen yok. Sendika başkanlarının adını bilen yok. Genel yayın yönetmenlerinin adını bilen yok. Hatta fanatik taraftarları dışında spor kulüpleri başkanlarının bile adını bilen yok; üç kelimeyi "aklından çıkarmamayı" başarınca, hepsini bilmiş kadar oluyorsun!
***
Buna rağmen yetmiyor.
"Her şey"den daha fazla ne olabilir sahip olabilecekleri; "her şey"e sahip oldukları halde yetinmiyorlar. "Her şey"den de fazlasını istiyorlar!
Orduları var, resmi/sivil askerleri, yargıları, mahkemeleri, cezaevleri; buna rağmen "korkusuz" geçiremiyorlar belli ki tek bir gün ve geceyi!
İnşa ederken malzemeden çaldıkları, "hak-hukuk-adalet" temelinden yoksun olarak yükselttikleri için zahir "yeni devlet" dedikleri şeyi; bir türlü içlerinden atamıyorlar benliklerini yiyip bitiren o şüpheyi;
Ya bir "eski devlet" kırıntısı kaldıysa hâlâ bir yerlerde!
***
Dün, iktidar yanlısı bir köşe yazarının MİT arşivlerini kastederek yazdığı ".. Eski Türkiye'nin hafızasını birileri hâlâ diri tutmaya çalışıyor, sebep?.. Yeri geldiğinde de o meşum hafızanın çekmecelerinden dosyaları çıkartıyorlar ve gayeleri için kullanıyorlar. Eski Türkiye'nin tüm menfiliklerinden kurtulmak için ilk önce Müslüman Anadolu halkının aleyhine formatlanmış hafızası çöpe atılmalı" satırlarını okurken, aklımdan gayri ihtiyari bunlar geçti.
***
Evet hâlâ bir "ülke"ye, kağıt üzerinde "egemenliğe" ve "millet"e yahut görece "toplum"a sahibiz ama "hafıza"sız devlet olur mu?
Bütün kurumları hafızasızlaştırılmış bir Türkiye'nin, Orwell'ın "Okyanusya"sından farkı kalır mı?
2023 derken freni boşalmış halde gittiğimiz yer 1984 olmasın sakın!