15 dakikada devr-i âlem
Obama ile Erdoğan’ın Jetgiller’i gölgede bırakan istişare hızını analiz ettiğimiz “Yes Sör” manşeti medyanın dilinde
Obama, Pitsburg’da yapılan G-20 toplantısı bitiminde, Erdoğan’ı yanına çağırmış ve ikili arasında 15 dakikalık, minimize edilmiş bir liderler zirvesi yapılmıştı. Çoğu medya organının aşağılık kompleksi ve ‘ABD Başkan’ından Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ına lütuf’ yaklaşımıyla ele aldığı olay Yeniçağ’a göre ne “sürpriz”di, ne de “jest”.
“Yes Sör” manşetiyle duyurduğumuz haberdeki temel vurgumuz, bu kadar kısa sürede “istişare”nin değil ancak bir tarafın diğerine direktiflerini sıralamasının mümkün olabileceği idi.
O tarafı tahmin etmek kimse için zor olmasa gerek.
Yeniçağ’ın 15 dakikayı önce ikiye, sonra tercüman payları ile dörde bölerek yaptığı matematiksel hesaba göre, ikilinin konuştuğu iddia edilen konu başlıkları için elde kalan zaman ancak saniyelerle ifade edilebiliyordu.
Obama ve Erdoğan’ın bu kadar kısa sürede, o kadar kabarık bir sorun listesini tartışmaya açması, ancak zamanı durdurma kabiliyetleri varsa veya bir Amerikan ütopyası olan Jetgiller çağına doğru ‘geleceğe yolculuk’ yapmaları halinde mümkün olabilirdi.
Yeniçağ’ın ortaya attığı bu espriyi dillerine dolayan ünlü yazarlar, dünkü köşelerinde, 15 dakikada devri alem yapan muhteşem ikiliye hayranlıklarını(!) dile getirdiler...
Kemiksiz süre 3.45
Fikir alışverişi olduğuna göre 15 dakika karşılıklı konuşmuşlar.
Recep’e konuşma süresi olarak 7 dakika 45 saniye kalıyor. Bunun yarısı Recep’in sözlerini İngilizceye çevirmekle geçtiğine göre “kemiksiz zaman” 3 dakika 45 saniyeyi buluyor demektir.
Kemiksiz 3 dakika 45 saniyede Recep, bakın Obama’ya hangi konularda fikrini anlatmış:
1. Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığı.
2. Türkiye’nin Ermenistan açılımı.
3. İsrail-Filistin ilişkileri.
4. Irak-Suriye ilişkileri.
5. Terör sorunu.
6. Azınlıklar konusu.
7. Son dönemde Türkiye-ABD arasında yaşanan gelişmeler.
Evet... Tam yedi ayrı konu...
Recep’in 3 dakika 45 saniyede anlattığı yedi konudan her birine düşen süre yaklaşık 32 saniye...
İnanmıyorsanız kronometre tutun; konu başlığı olarak “Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığı” demek bile 5 saniye sürüyor.
Kalan 27 saniye ise ’fikrimin ince gülü’ne çok bile!
* Deniz Som / Cumhuriyet
Yağcılığın böylesi
Ah yesinler sizin yalakalığınızı, ah sevsinler ince ince Erdoğan’a yağ yakmanızı. Yani siz küçük küçük atıyorsunuz diye herkes yiyecek öyle mi? Sizler yağ yakarken milletin midesi bulanmayacak değil mi? Yapmayın yahu.
Erdoğan ile Obama, Pittsburg’da 15 dakika görüşmüşler. Şimdi 15 dakikayı ikiye bölün. Zira Sayın Erdoğan “one minutes” ve “excuse me. Hı how are you” dışında başka İngilizce kelime bilmediğinden mutlaka tercüman aracılığıyla konuştular. Yani 7,5 dakika Erdoğan ile Obama’ya öteki 7,5 dakikayı da simültane tercüme yapan tercümanlara ayırmak gerek. Bunun ilk 2,5 dakikasını da “nasılsın iyi misin ile çoluk çocuk nasıl, oğlan hangi yeni şirketi kurdu” gibi sorulara ayırırsanız geriye beş dakika kalır. Bu beş dakika içerisinde iki lider, Ermenistan sınırı açılımı, Orta Doğu barışı ve Kürt açılımı konularını ele almışlar. İsterseniz geçin ayna karşısına deneyin bakalım, kendi kendinize neler söyleyip ne kadar cevap alabileceksiniz her konusuna 1,5 dakika ayırdığınız Türkiye’nin gündemini meşgul eden iki önemli konuya.
* Savaş Süzal / Yeniçağ
Yeteneği göz kamaştırıyor
Ben Başbakan’ın yeteneklerini beğenirim.
Her zaman “Tayyip, Tayyip, Tayyip” derim...
Misal; ABD Başkanı Obama ile başbaşa 15 dakika görüşüp, otuza yakın konuda “fevkalade iyi neticeler” kim almış olabilir?
15 dakikanın yarısının tercüman tekrarı olarak düşünün...
Kaldı 7.5 dakika...
Ermenistan ile sınır kapısı, Kürt açılımı, İran’ın nükleer sorunu, Irak meselesi, Kuzey Irak’ın geleceği ve daha bir çok mesele bunun içinde...
Ki kendisi de 7.5 dakikalık ikili görüşmeyi, bizim medyaya ancak 20 dakikada anlatabildi zaten.
* Bekir Coşkun / HaberTurk
+++++
Okuru kandıran Oran ulus devlet düşmanı
Baskın Oran toplama bilgi terörizmine, fiyakaya başvuruyor.
Kendi ağız tadına göre ideal devletin nasıl olması gerektiğini Radikal Gazetesi’nin 6, 7, 8, 9, 10 ve 11 Eylül 2009 tarihli sayılarında yazdı. Prof. Dr. yazara göre İngiltere, İspanya ve Fransa gibi ülkeler demokratik üniter devletin en iyi örnekleri. En rezili Türkiye! Fransa hakkında şunları yazıyor: “Üniter devletin mabedi kabul edilen bu ülkenin anayasası (madde 72) Fransız topraklarında çok çeşitli etnik, dinsel, vs. kültürlerin yaşadığını kabul ediyor ve bunların kendi özelliklerine göre nasıl yerinden yönetileceğini anlatıyor.” (06.09.09)
Fransız anayasasını açtım ve 72, 72-1, 72-2, 72-3, 72-4 maddelerini bir kez daha okudum. Baskın Oran’ın iddia ettiği gibi, “Fransız topraklarında çok çeşitli etnik, dinsel, vs, kültürlerin yaşadığı kabul ediyor” olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt bulamadım.
Yasada ilgili sözcükler bulunmadığı gibi, bu sözcükleri ima eden herhangi bir sözcük de yok!
Baskın Oran düpedüz okurlarını kandırıyor. Çok ayıp! Yazımın adını boşuna “Atma Şampiyonu Baskın Oran” koymamışım.
Baskın Oran’ın trajedisi onun ulusal (milli) devlet (ulus-devlet) anlayışından kaynaklanıyor. Ona göre ulus-devlet, alt-kimlikleri inkâr etmek suretiyle demokrasiye rahatça engel olan bir devlet türü (06.09.09) imiş. Yanlış! Hangi demokratik ulusal devlet alt-kimlikler hatırına egemenlik hakkından vazgeçer ya da bu egemenliği alt-kimliklerle paylaşır?
Demokrasinin demokrasi olması için ulusal devlete gereksinimi vardır. Baskın Oran tarzı ulusal devlet düşmanlığı aynı zamanda demokrasi ve bağımsızlık düşmanlığıdır. Ulus da, ulusal devlet de (içki gibi) her kötülüğün anası da değil, babası da değil. Baskın Oran ulusal devlet düşmanlığıyla temayüz eden kötü bir politikacı!
* Özdemir İnce / Hürriyet
++++++
Sorosçulara ikinci darbe
Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un “yerli Soros” olarak anılan Osman Kavala’nın idaresinde bulunan ve faaliyetlerini Amerikan / AB vakıflarının sağladığı fonlarla yürüten Anadolu Kültür Vakfı’nın Kars’taki faaliyetlerini durdurması ve önceki Belediye Başkanı tarafından vakfa tahsis edilen Halk Eğitim Merkezi binasını Milli Eğitim Müdürlüğü’ne iade etmesinin ardından bir “iyi haber” de İstanbul’dan geldi.
Ertuğrul Günay’ın Topkapı Sarayı’nın bazı bölümlerinin bakanlıklar tarafından amacı dışında kullanıldığını ve buraların en kısa sürede boşaltılacağını açıklamasının ardından, sarayın dış avlusundaki Darphane-i Amire binasında, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın ifadesi ile “işgalci” olan Tarih Vakfı’nın çıkarılıp çıkarılmayacağını sormuştuk.
Günay’dan sabah saatlerinde gelen telefon, bakanlık ile vakıf arasındaki sancılı tahliye sürecinde sona yaklaşıldığını ve Rockefeller Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü gibi Amerikan emperyalist politikalarının sponsoru durumundaki kuruluşlarca desteklenen Tarih Vakfı’nın Darphane’den tahliye edildiğini, tahsis konusundaki yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra binanın İstanbul Arkeoloji Müzesi bünyesinde faaliyete açılacağını söyledi.
Yılan hikayesine dönmüştü
1967 yılına kadar Darphane olarak kullanılan, 1981 yılında Hazine’den Kültür Bakanlığı’na devredilen Darphane-i Amire binalarının bir bölümü, Habitat Zirvesi sırasında, sergilere ev sahipliği yapması ve İstanbul kent müzesi kurulması için 49 yıllığına Tarih Vakfı’na tahsis edildi. Vakıf restorasyon için 3.5 milyon dolar harcadığını ileri sürerken Ortaylı’nın tarihi mekanın “bakımsızlık”tan çökme tehlikesiyle karşıya olduğunu iddia etmesi ortalığı karıştırdı. Koruma Kurulu kararları ve daha önceki tahliye işleminin mahkemede bozulması ile konu yılan hikayesine döndü. Gelinen noktada, Tarih Vakfı faaliyetlerini Kültür Bakanlığı’nın gösterdiği yeni mekanda sürdürmeyi kabul etti. Tarihi binadaki faaliyetlerine son veren vakıf, bakanlığın gösterdiği yeni mekan, mevcut kiracılar tarafından boşaltılana kadar, “tedbir olarak” bazı eşyalarını Darphane-i Amire’de tutmayı sürdürecek.
++++++
Primat çifte standart uygulamış
Radikal’in Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan, mesleki sorunlarımız üzerine biz okuyucuları ile dertleşiyor.
Gazetecilik mesleğinin geleceği için, özgür basın faaliyetinin varlığını sürdürebilmesi için önemli uyarılarda bulunuyor, eleştiriler getiriyor.
Dün de bu tür yazılarından birini yazdı, yazısında şöyle bir bölüm var:
“Irkçılık ve ayrımcılığın en basit tezahürlerinden biri, etnik veya dini bir grupla veya bir sosyal sınıfla alay etmek, onu aşağı görmek, onlara hakaret etmektir. Başka insanları hor görmek, sırf inançları veya giysileri veya derilerinin rengi veya etnik kökenleri veya sosyal sınıf farkları nedeniyle onları aşağı görmek, onlarla alay etmek, onlara hakaret etmek düpedüz ırkçılık-ayrımcılıktır.”
Bu yazıyı okuyunca Radikal’de yayımlanan ve orduevi bahçelerinde oturanları aşağılayan, sadece bir meslek grubunu değil, onların eşlerini, çocuklarını, ana babalarını da hedef alan o meşhur yazıyı hatırladım.
Hatırlayamadığım tek şey, Radikal’in ya da o yazarın bu yazıyla ilgili olarak özür dileyip dilemediği oldu.
Mine Kırıkkanat’ın başına gelenlere ve sanki o “orduevi” yazısı hiç yazılmamış gibi davranılmasına bakınca İsmet Berkan’ın bir de “çifte standartlar” üzerine yazmasında yarar var gibi geliyor bana.
* Mehmet Y. Yılmaz/ Hürriyet
+++++++
“O” yazıdan...
...Güneşli bir tatil gününde eş-dostla keyif yapmak için oturmuş Orduevi ’misafirlerinin’hepsinin de yüzünde sert, snob, her an had bildirmeye, hizaya sokmaya hazır bir ifade vardı.
Birbirleriyle itişe kakışa, hemen diplerinden denize atlayan gençlerden de, kaldırımda sevgilisiyle el ele yürüyen pardösülü kızdan da tiksiniyorlardı herhalde. Olsa bir sopa ellerinde, hepsini nasıl da hizaya sokarlardı.
* Nur Çintay A. / Radikal
++++++
MİNİ YORUM
Biraz dedikodu: Akman Umre’deyken...
Deniz Feneri e.V. kuryeliğiyle suçlanan eski RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın Umre ziyaretinde başına gelmeyen kalmamış. İftar için Mescid’i Harem’deki müezzin mahfilinin dibinde toplanan Türklerle buluşan Akman’ın, Kabe’yi tavaf sırasında çıkardığı ayakkabıları, Almanya’daki soydaşlarımızdan toplanan 40 milyon euro gibi buharlaşmış. İftardan sonra diğer müslümanlar teravih namazı kılarken, Akman safların arasında ayakkabı arayışını sürdürmüş. Yorgun düşünce de teravihi kılmadan Hilton’daki odasına dönmüş. Bu olay, alınterlerini kaybeden müslümanların ne çektiğini anlamanız için ilahi bir uyarı olmasın Sayın Akman?