12 Eylül dramı ve Silivri trajedisi
“Başarısız kalmış bir askeri darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları” kararı 2004 yılındaki Abant Toplantısı’nda alınmıştı. “Digital Terör” adlı kitabımda bu konunun detaylarını yazdım. Sözde “askeri vesayeti” kırma adına kararlaştırılan bu proje aslında Türkiye’nin dönüştürülme aşamalarından birisiydi. Nitekim önce hayali darbe senaryoları sahneye konup askerlerin tutuklanmasıyla meşhur Silivri Mahkemeleri başladı.
Ardından 12 Eylül referandumu ile “darbelerle hesaplaşma tiyatrosu” sahneleniyor. 1950’li yıllarda Pentagon eliyle çizilen “Yeşil Kuşak Projesi” nin kilometre taşlarından olan 12 Eylül ve 28 Şubat’ın ürünü olan AKP hesaplaşıyormuş 12 Eylül darbesiyle. İşin ilginç yanı AKP’nin oyununda soldan ve sağdan figüranlar da gönüllü rol alıyor. 12 Eylül’den hesap sormak için de tuvalete gidemeyen Kenan Evren ve alzaymır hastası Tahsin Şahinkaya seçilmiş. Tıbben ve hukuken cezai ehliyetleri olmayan bu kişiler yerine asıl darbeci ABD ve O’nun güdümündekilerden ses yok. 12 Eylül işkencelerinin travmalarını halen taşıyanlara sözüm yok. 12 Eylül’de babasının aklında bile olmayan yeni yetmelerin gayreti güldürüyor beni. 12 Eylül’den beslenip, 28 Şubat’ta semiren tosuncuklar zafer naraları atıp, intikam yeminleri ediyorlar. Milliyetçi-Ülkücü camiadan, devrimci geleneğin takipçilerinden yükselen alkış kahrediyor beni. Ya oyunun farkında olmadan AKP’nin değirmenine su taşıyorlar ya da taşeronluk ihalesinden pay kapmaya çalışıyorlar. Bunun adına güzel Anadolu’muzda “el şeyiyle gerdeğe girmek” derler aslında...
Gelelim Silivri’ye... Savunma haklarının kısıtlanması yüzünden avukatlar boykotta. “Boş sandalyeler yargılansın” fikri yerini bulmuşa benziyor. Kolunu, bacağını, gözünü kaybeden gazilerin ziyareti duygulu sahneler yaşattı. İlker Başbuğ ile geçtiğimiz hafta duruşma aralarında konuşma fırsatı buldum. Vural Savaş’ın muhteşem eseri “Anılarım”ı hediye ettim. ’Digital Terör’ adlı kitabımı imzalayıp, “21 Yüzyıl Dergisini” takdim ettim. Üniformasını çıkarmadan önceki duruşunu Silivri’de bozmamış. “Benim burada olmam hiç önemli değil. Üzüntüm memleketimizin halinden yana... Her gün saatlerce... mahkeme... mahkeme... diye insanlarımızın kafası karıştırılıyor. Kamplara bölünüyorlar... En tehlikelisi de bu...” diye konuşan Başbuğ demirparmaklıklar ardında askerlerinin başına geçmiş!.. Öğle yemeği aralığında Gazi Paşa’dan söz açtık... “Ve aleykümselam” dedi...
Atatürk’ün son nefesinde sarf ettiklerinin çok özel olduğunun ve her kula nasip olmayacağının altını çizdi. Yıllar önce Yeniçağ’da sevgili Hasan Demir’in detayları ile yazdığı Gazi’nin ölümü karşılayış anını konuştuk bir süre... İlker Başbuğ’un savunma yapmayı reddederek “Her şeye hazırım... Vereceğiniz kararı biliyorum ve asla kabul etmiyorum” duruşu ile “Ve aleykümselam” da tevafuk olduğuna inanıyorum. AKP döneminde görev yaptığı esnada Başbakan Erdoğan’ın “mesai arkadaşımız” dediği Başbuğ hakkında yandaş medya iftiralar saçıyor. Ağlama Duvarı’ndaki fotoğrafı kasıtla sorgulanıyor. Her şeyden önce uluslararası ilişkiler ve devlet protokolünden habersiz maşalar.
İngiltere Kraliçesi İstanbul’a gelip Sultanahmet Camii’ni gezerken başını örtüyorsa, Ağlama Duvarı’nda da benzer protokol uygulanır. Anıtkabir’e gitmek, meçhul asker anıtına çelenk koymak gibi... Bütün bunlar İlker Başbuğ’un umurunda değil. Tahliye umudunu seslendiren ziyaretçilerine “Hiç zannetmiyorum, böyle bir umudum da, talebimde yok” sözlerinden sırtındaki hançerin sızısını hissediyorum.