100. yaşında Alparslan Türkeş'i anlamak...
Beylik laftır: Herkes doğar, yaşar ve ölür. Amma, öldükten sonra da yaşayabilmektir asıl olan. Bunu sağlayacak şey ise "eser"dir. Alparslan Türkeş'in yaşam hikâyesi bu eserin vücuda getirilmesi için çırpınan bir dava adamının hikâyesidir.
Bu çırpınış onu Hüseyin Feyzullah'tan Başbuğluğa taşımıştır.
Bir "dava" önderi olarak pek çok şey yapmıştır: Milyonları tek bir ideal uğruna bir araya getirmiş, küçük taşra salonlarında adına konferans bile denemeyecek mütevazı toplantılarla başladığı uzun yolculuğu milyonların omzunda tamamlamıştır.
Türkeş Bey'in Lider olarak yaptıklarını tekrar anlatmayacağım, "hizmet" ettiği Milliyetçiliği nereden nereye taşıdığı ortada.
Daha önce yaptığımız bir tespiti burada zikredelim: "Türkeş ve onun "yoldaşları"nın Türk Milliyetçiliği için yaptığı en önemli şey, Milliyetçiliği salonlardan çıkartıp sokakla yani milletle buluşturmalarıdır. Türkeş ve arkadaşları, elit bir entelektüel kesim arasında yaşayan bir düşünce hareketi olan Türk Milliyetçiliğini halka indirerek bugünkü "itibarlı" konumuna kavuşmasında en büyük hizmeti yapmışlardı. Türk Milliyetçiliğinin tarihini oluşturan Gökalp ve Akçura gibi isimler büyük "fikri" hizmetler yapmışlardı. Fakat bu düşüncenin halka indirilmesi ve millet tarafından kabul görmesi Alparslan Türkeş ve onun çevresinde kümelenen aydınların sabırlı çalışmaları sonunda gerçekleşmişti."
Tabir yerindeyse Türk milletini, kendisini yükseltmek için mücadele etmeyi şiar edinen milliyetçilikle kucaklaştırmıştır.
Onun Milliyetçiliği kalabalıklarla kavuşturma, bir iktidar projesi olarak tanımlama hareketi özellikle Milliyetçi entelektüeller arasında bazı endişelere de sebep olmuştu. Bu işin "politika" ile olamayacağını savunanlar vardı, bugün de hâlâ var. Bu görüşe göre "milliyetçilik" fikri bir hareketti, günlük siyasi tartışmalara malzeme edilmesi ona zarar verebilirdi. O yüzden sivil toplum (o zamanki tabirle cemiyetçilik) düzleminde bu işe girişmek daha sağlıklıydı.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin kurulma sürecinde yaşanan "entelektüel" tartışmalar bu görüşü destekler mahiyette idi. Vakıa her iki tarafın da haklı olduğu noktalar vardı. Lakin "bir fikir pratik bir sonuç yaratmazsa ne kadar karşılık bulabilir?" sorusu "Millî Devlet" meselesinin salon toplantıları ile halledilemeyeceğini de ortaya koyuyordu.
Politikanın pragmatizmi ile ideolojiden beslenen idealizmi nasıl bir araya gelecekti? Veya nasıl bir terkip ile bu ikisi arasında bir "denge" tutturulacaktı? Ortada önemli bir problem vardı ki bu problem salt milliyetçiliğe has bir problem değildir, İslamcısı da Sosyalisti de bu problemi yaşamaktadır.
Bu denge hiçbir zaman tutturulamadı. Türkeş karizması o hayattayken bu problemin ortaya çıkmasına engel oldu. Ondan sonra ortaya çıkan lider boşluğu bu meselelerin daha görünür bir hâl almasına yol açtı.
Türk Milliyetçiliğinin "travması" da bu sonuçlar ile alakalıdır bir yerde. Fikir ve pratik arasındaki uyuşma oranı bu travmayı artırıp azaltmıştır.
Aslında temel sorun politikadan idealist beklentiler içinde olmamız. Bunun rasyonel bir tarafı yok. Hâl böyleyken kırk küsur yıldır bu beklenti içerisinde ömür tüketmemiz Milliyetçiliğin doğal sonucu olan romantizmdir.
Neticede Farabi ve Platon'un arayıp bulamadığı "ideal devlet"i kurabileceği iddiası ile ortaya çıkan bir dava adamı prototipi ile karşı karşıyayız. Türkeş böylesi yüksek beklentilere sahip bir kalabalığın ümitlerini 50 yıl boyunca ayakta tutmayı başarabilmiş bir liderdir.
Yüksek beklentilerin en ufak başarısızlıkta hayal kırıklıklarına, ümitsizliklere yol açacağı gerçeğinden hareket edersek Türkeş'in yaptığı şeyin büyüklüğünü daha net görebiliriz.
Bunları görmenin yolu bu meseleleri konuşmaktan geçiyor.
Başbuğ'un doğum ve ölüm yıldönümlerinde Başbuğ'un temsil ettiği "fikri" anlatmaya dönük faaliyetler meseleyi daha "fikri" bir platforma taşıyacaktır. Bu faaliyetler yukarıda bahis konusu ettiğimiz meselelerin de konuşulmasına vesile olacaktır; olması gereken de budur...
Netice olarak onu anmanın yanında anlamayı kolaylaştıracak faaliyetleri içine alan çalışmalarla Başbuğ'un ölüm ve doğum günlerini hayırlı işlere vesile kılmak lâzım.
Onun yaptığı gibi yılmadan, sabırla ve sevgiyle...