10 Kasım ve Atatürk’ü doğru anlamak
Türkiye’nin 10 Kasım’ı nasıl anacağını tartıştığımız bir 10 Kasım’a ulaştık. Bir yanda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında ve sonrasında anlayışsız ve tahripkar bir tavır almış bir hükümet, öte yanda Hükümetin bu tavrı karşısında infiale kapılan kitleler. Ağırbaşlı bir anma gününün yerini böylece ne yazık ki “nasıl bir olay çıkacak” gerilimi alıyor.
Oysa, 10 Kasım’ı 1774’den 1918’e kadar üç kıtadan geri çekilen bir milletin nihayet yok edilme aşamasına ulaşıldığında tekrar ayağa kalkmasını ve imha edilmek istenen bir devletin yeniden kurulmasını sağlayan bir milli lideri rahmet ile anmak ve anlamak için vesile olarak görmeliyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ü bugün eleştirenlerin, bugünün Türkiye’sinden bu eleştirileri yapmaları çok kolay. Ancak, Atatürk’ü ve eylemlerini, bu eylemlerinin anlamını ancak tarihsel bağlamı içinde doğru anlamak mümkün.
Her seferinde “Ancak Atatürk’ün de hataları var” şeklinde bir yaklaşımla Atatürk’ü yapıcı bir üslup ile değil, yıkıcı bir şekilde eleştirmeye başlayan çevreler bir yandan, Atatürk’ü Türk tarihi içindeki muhteşem yerinden soyutlayarak ve kaldırarak “tarihi Atatürk ile başlatanlar” diğer yandan, Türk milletinin ve İslam ümmetinin son 300 yılda çıkarmış olduğu en büyük asker ve devlet adamını, milli kahramanını doğru dürüst anlamasını engellemektedir.
Tabii ki rahmetli Atatürk’ün her insan gibi hataları olmuştur. Bu hataların bazıları siyasi veya kültürel nitelikli de olmuştur. Mesela, son yılında ezanı Türkçeye dönüştürmesinin bir hata olup olmadığını sorguladığını, bu konuda düşündüğünü biliyoruz. Kişisel kanaatim, ezanın Türkçe olması yanlış olmuştur. Böyle başka yanlışlar da bulabiliriz. Ancak bir milli kahraman, bir devlet kurucusu, bir milli lideri değerlendirirken kullanmamız gereken ölçütler bunlar değildir. Değerlendirme ölçütü İstiklal Savaşı’nı başlatması, başarı ile sonuçlandırması ve yeni bir rejim kurmasıdır.
Öte yandan Atatürk’ü tarihsel bağlamının dışında ve insani özelliklerden adeta sıyırarak ele alan yaklaşım, eski etkisini yitirmiştir ancak özellikle de son yıllarda Atatürk’e yapılan saldırılar karşısında bir tepki olarak tekrar zemin kazanmıştır. Bu yaklaşım da Atatürk’ü yaşayan kuşağa, gelecek nesillere ve yüzyıllara sağlıklı bir şekilde taşımak için doğru bir yaklaşım değildir. Atatürk’ün tarih içindeki büyüklüğünün kimsenin iyi niyetli olsa dahi makyajına ihtiyacı yoktur.
Esasen Atatürk’ün büyüklüğü 200 sene, 500 sene, 1200 sene sonra bugün olduğundan daha anlaşılır olacaktır. Çünkü Atatürk bugün, hala bir şekilde güncel siyasi tartışmaların içine çekilmektedir. Oysa aradan zaman geçtikçe ve tarih süzgecinden olaylar damıtılarak süzüldükçe Atatürk’ün de tarih içindeki konumu daha açık bir şekilde görülecektir. Kim 1200 sene sonra bugünün siyasilerini hatırlayacak ki? Ancak 2400 sene önceden adını çocuklarımıza verdiğimiz Mete gibi, İlteriş, Bilge gibi, Malazgirt kahramanı Alparslan gibi bugün soyadı yasasından ötürü verilemeyen “Atatürk” ismi anne ve babaları tarafından yeni doğan çocuklarına verilecek, kulaklarına ezan okunacak, genç Atatürkler 2554’de, 3012’de büyük Türk milletini yaşatmaya devam ederken, bugün Bilge veya Alparslan adını taşıyan çocuklar taşıdıkları adın anlamını nasıl biliyor ve seviyor ise öyle bilecek ve sevecekler.
Allah rahmet eylesin.