1 Mayıs ve emeğe saygı
Emek bizim tarihi ve sosyal yapımızda daima saygıya layık görülmüştür. 1960 darbesinden sonraki geçiş döneminde, iş kanunları değiştirilip toplu sözleşme düzenine geçilirken Ecevit, İnönü kabinesinde Çalışma Bakanı’ydı. Toplu pazarlık grev ve lokavt kanunları kabul edildi. İnönü Hükümeti düştü Demirel Başbakan oldu. O’nun muhteşem sabrı, tahammülü, dengeli şahsiyeti bu yeni düzenin oturmasında büyük ağırlık taşımıştır. Türk-İş Başkanı merhum Seyfi Demirsoy’un gerçek bir işçi lideri olarak dirayeti ve devlete, hukuka saygısı sayesinde, Türkiye bu önemli değişimi en az zararla atlattı ve düzen oturdu. Demirsoy işçinin menfaati neredeyse onu görür, söyler ve takip ederdi.
Son 1 Mayıs’ta bütün bunlar gözümün önünden geçti. Seyfi Demirsoy hayatta olsa “Taksim’de miting yapacağım diye ısrar eder miydi?” dedim. Sonraki yıllarda Türk-İş Başkanı olan ve O’nun çizgisini takip eden merhum Şevket Yılmaz gözümün önüne geldi ve “hayır” dedim. Israr etmezdi. Bana göre işçi hareketinin şu anki liderleri Başbakan’ın ustalıklı manevrasına kapılmış, oyunu kaybetmişlerdir. Üzülerek ifade ediyorum mevcut tabloda işçi, dertleriyle baş başa bırakılmış, dev bir toplantıyla topluma seslenme fırsatı kaybedilmiştir. Hâlbuki şu konular işlenebilirdi:
1- Şu anda çalışma düzeni emeğin aleyhine işliyor. İşçi, enflasyon düşüldükten sonra eline geçen ücret değerlendirildiğinde daima kaybediyor. Emeğe layık görülen asgari ücret ve bundan vergi alınması ise tam bir felakettir. Çalıştırdığı insana açlık sınırının altında ücret takdir eden bir düzenin hakça olması, adil olması, emeği koruması mümkün müdür?
2- Taşeron sistemi; bu iktidar döneminde yaygınlaşan taşeron sistemi emeği sermaye karşısında tamamen sahipsiz kılmıştır.
3- Çalışma hayatımızda neredeyse “İş Güvenliği” yoktur. İster hukuki yetersizlik, ister tedbirsizlik deyiniz 2012 yılında 878 işçi, iş kazaları sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Geçen yıl temmuz ayında yaşanan kazalarda 110 işçi hayatını kaybetmiştir. 2012 yılında sektörler itibari ile hayatını kaybeden işçi sayısı; inşaat: 279, tarım: 90, enerji: 86, maden: 81, tersane: 10, bilinmeyen 327 kişidir.
4- Günümüzde “İktisadi Emperyalizm” var. Türkiye’ye “Kontrolsüz, spekülatif sermaye” giriyor. Bu girişi sermaye piyasasında sahip olduğu şirketler, bankalar kanalıyla, kapattığı kamu alt yapı yatırımları ile sağlıyor. Fahiş kârlar dışarıya transfer ediliyor.
Dış borçlarımız 330 milyar dolara ulaştı. Her sene dışarıya 10 milyar dolara yakın faiz ödüyoruz. Türkiye, 2012 sonuna kadar geçen son 10 yılda 343,5 milyar dolar cari açık verdi. Bunun sebebi yanlış kur politikasıdır. Faiz ve kâr transferi de cari açık içerisindedir. Ne yazık ki bu cari açıkla yatırım malı ithal etmedik. Tüketim malı ithal ettik. İçerideki ara malı ve ham madde üretimi artmadı. Uygulanan çok yanlış politikalar ekonomimize sadece kan kaybettiriyor. Bu felaketli gidişi örten şallardan birisi de “IMF’ye borcumuz bitti. Biz artık IMF’ye borç vereceğiz” oluyor.
Yukarıda özetlediğim; emeği ve ülke ekonomisini perişan eden politikalar 1 Mayıs’ta kitleye açıklanmalı, gerçekler gözler önüne serilmeliydi. Teslim olmuş basın bunları vermediğine göre tek çare mitinglerdir. Ne yazık ki işçi sınıfına ve kamuoyuna doğruları anlatma imkânı kaçırılmıştır. Türkiye’de işçi hareketi 1980’den beri darbe yiyor. Bu durumdan kurtulmanın yolu; güçlü bir lider kadrosuyla dünyayı ve Türkiye’yi sağlıklı bilgilerle değerlendirip, ülkeyi, emekçileri kurtaracak stratejiler tespit etmektir. Aksi halde emeğin bugünkü sahipsizliği ve yanlış tutumlarla erimesi kaçınılmaz olur. Emekçi sınıfının temsilcileri emeğe saygılı olmalıdır. Kavga yerine demokratik katılımcılığı benimsemelidir. Bu tutum sendika hareketlerine hâkim olunca, sermaye sınıfı da emeğe karşı daha dikkatli ve ölçülü olacaktır. Kurtuluşumuz akıllı politikalardadır.