Zikrederek Fikredilmez...

Zikretmek... Dinsel kökleri olduğuna dair de kanıtlar verilir ya, bir tarikat ritüelidir aslında. Ehl-i tarik, bunun aynı zamanda fikretmek de olduğunu söyler ya, bendeniz o kanıda değilim. Meydanlarda slogan atanlar ne kadar fikredebiliyorlarsa, tekkede toplu ya da Nakşiler gibi bir başına zikredenler de o kadar fikredebiliyorlardır. Tefekkür çilesi zikirle değil, fikirle çekilir. Bilimle beslenmelidir bu çile, özlemle ve ütopyalarla ivmelenmeli, hikmetli sözlerle ufuklanmalıdır. Yoksa kuru tekrar ve kısır döngü olur.
Hikmetli sözler... Onlardan seçtiklerim var, bir paylaşayım, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak:
“Metafizik matematikten sonra öğrenilmelidir.” İbn Sina
“Eşyayı tanırken hepimiz sade dışından/Esrarına yol bulduk onu anlatışından.” Faruk Nafiz Çamlıbel
“Alemden maksat ademdir/Adem’den maksat da o demdir.” Mevlânâ
“Al benden benliği/Doldur içine senliği.” Yunus Emre
“Gölge her zaman güneşten vuslatını ister. Ama bu olamaz çünkü bu olmayacak bir sevdadır.” Feridun Attar
“Derdin dermanı olan derde sahip ol, iki alemde de canının ilacı senin kendi derdindir.” Feridun Attar
“Damla kendini tamamlayınca damlar.” Özdemir Asaf
“Yokluk varlık demek, yokluğu bilmeyen varlığın değerini anlayamaz.” Yusuf Has Hacip/Kutatgu Bilig
“Her insan kendi karanlığına kendisi ışık tutar.” Prof.Hans Eysenek
“Hak ile sabır ile bize gelen bizdendir, akıl ile ahlak ile bizi geçen bizdendir.” Ahi Evran
“Erenlerin dokunduğu çul yanmaz/Cehennemde günah yanar, kul yanmaz.” Seyranî
Peki bu ufuk, bilim, hikmet, tefekkür yolundan geçmeden, zikredilince ne olur? Hoşgörüsüzlük, lafızcılık, şekilcilik, softalık türer. Türeyince de “yol” kutsanır, fikir ve insan değil. “Yoldan çıkanlar” yargılanmaya başlanır, “yola girenler” kıl ayıpsız yaratıklar olarak algılanırlar. Bir inanç ki, yoldan çıkanlarını taşlar, haşlar; yola girenlerini alkışlar, işte o zaman yeni değerler üretilmez olur, eski değerler yıpranır hızla, içleri boşalır, birer zarar aygıtı olurlar.
Bu fikirsiz zikirciler, doruk bilmezler, o doruklar şeyhlerindir, onlar alçaklarda gezmeli doruklara hayran hayran bakmalıdırlar. Bu kadar mı? Değil elbet. O doruklarda gezenler erenlerdir de. Onlara dair nice keramet öyküleri, menkıbeler de uydurulur. Bu acı gerçeği, Evliya Çelebi Destanım’ın bir yerinde şöyle anlatmıştım:
“Hey gidi İmamı Âzam Ebu Hanife hey!/ ‘Allah’ın velileri bilginler değil ise
Allah’ın velisi hiç kimse’ diyordun/ Benim ülkem şimdi O ‘hiç kimse’lerle dolup taşmakta..
Evliyasız il ve ilçemiz yok/Yatırsız, ziyaretsiz köyümüz bile ender/At evliyamız bile var/ İstanbul Üsküdar’daki Kavak Sarayı avlusunda/Padişah Genç Osman’ın atı Sislikır’mış bu ‘at evliyası’/ Uysallaşsın ve şifa bulsun diye getirilip/Üç kez tavaf ettirilmiş atlar/Sislikır Hazretlerinin kitabeli mezarı çevresinde.
Evliyaya böylesine meraklı ve tutkunuz ya/Sürüsüne bereket bunca evliyadan/Gerçekten Tanrı dostu ve gönül adamı olan/Yazılı bir eser bırakıp giden/Devede kulak/Gerisi hep menkıbe/Hep rivayet/Ve de bol keramettir.”
Mevlevilik bile folklorik ve turistik oldu, oysa ne diyordu Mevlânâ: “Biz Kur’an’ın özünü aldık; postunu ve kabuğunu da köpeklerin önüne atarız.”
Bunu atanlara şimdi şer atılıyor bu ülkede...

Yazarın Diğer Yazıları