Zamanın silemedikleri
Boyuna posuna güveniyor olmalı yelkovan, nasıl da kovalıyor akrebi. Rüzgâr savursa neyse de, hoyrat ellerin takvim yapraklarını koparmasına gönül razı olmuyor. Gürül gürül akmasına alışık olduğum boz bulanık yatağından uzak gidişine, kederlenmemek mümkün mü? Her şeyin ilacı kabulünü reddediyorum gayri. Geride yetim duygularla, cam kesiği acılar bırakan ilaç değil, olsa olsa baldıran zehriyle kılıç yarası olur öyle değil mi? Su gibi akıp giderken unutturdukları da cabası? Ey zaman böyle zalim olmamalıydın diyorum bazen. Bozuk para mısın vakit? Yerine koyamayacağımızı bilen hovarda mirasyedi misali yuvarlanıp gidişini bile seyreder olduk. Nasıl da alışıyor insan, acıları hazmederek kanıksıyor ağrıları. Kanı sulandıran aspirin misali geçip gittikçe zaman, acılarımızın hafiflediğini zannediyoruz. Oysa tortuları çöküyor midemize. Damarlarımızı tıkıyor elem ve ayrılıklar. Birazcık süreyi uzatıyor stentlerle tansiyon ilaçları. Kesilip atıldığını sandığımız parçaların patolojik raporları can sıkıcı. Büyüyor içimizde istemeden unuttuklarımız. Tümör gibi silip atamadığımız telefon hafızasındaki isimler. Arıza yapsa, hurdaya çıksa ve hatta yeni modelini alsak da cep telefonlarının sim kartlarına kayıtlı isimler gölge gibi takip ediyor ve yeni cihaza otomatikman kaydoluyor. Benzer harfli birini ararken karşılaştığımız canım isme kıyamıyoruz. Sonuçta kul yapısı hafızanın bir bölümünü boşaltayım yenilerini ekleyeyim fikrini anında kovuyoruz. Etinin kemiğinden ayrıldığını aklımıza gelmesine müsaade etmeden yeniden depreşen yürek sızısıyla başka bir tuşa basıp ahirete yolcu ettiğimiz isimleri silemiyoruz cep telefonun hafızasından. Sanki sil tuşuna basınca geçmişimizi yok edeceğimiz, inkâr edeceğimiz korkusuna kapılıyor insan. Yaşanmış, yarım kalmış hatıralara saygısızlık addedip kıyamıyoruz. Kim bilir belki de vuslatta buluşacağımız anın coşkusuyla dokunamıyoruz tuşlara.
Bir de mesajlar var silemediğimiz bayramdı, kandildi özel günler hatırlatmaları aynı an sileriz çoğunlukla. Ama yüreğimize bıçağın sokulduğunu hissettiğimiz yitirdik mesajlarını, inadına silemem. “Cenazesi şu tarihte, şu camiden kaldırılacaktır” notunun kezzap gibi yakış anını daha fazla sindirmek için içime, kutsal bir emanet gibi saklarım vefat mesajlarını.
Telefonum çaldığında ya da ben arayıp konuştuğumda hazır ol vaziyetine büründüğüm Başbuğ Türkeş’ten bu yana 13 yıl geçti ama silemedim adını ve telefon numarasını. Onun arayışında bir mağdura hayır işi olurdu. Ercan Poyraz adını silmek mümkün mü? Hitabeti, belagati, yakışıklılığı ve temsil kabiliyetini inkâr etmek gibi geliyor Mehmet Gül’ün ismini silmek. Kekelerken bile gülümsemeyi ihmal etmeyen garip ozan ile beraber Ünal Sümer unutulur mu? Dün seneyi devriyesiydi Mehmet Akif Çöktü’nün. Ülkücü hareketin tarihinde fikir ve eylem adamı olabilen sürgün gurbetlerin, kaçak günlerin aziz kod adlı kaç Mehmet Akif Çöktü’sü var ki? Bize tarih şuurunu, okuma alışkanlığını veren Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun yerini tutacak bir romancımız geldi mi? Gazeteci, şair, romancı, senarist kimliklerini aynı anda taşıyabilen Ömer Lütfü Mete ismi silinebilir mi? Kemal Çapraz, Cihat Özönder, Paşa Güven, Hüseyin Kalkan, Erkal Koç, İrfan Ülkü’nün adlarını da çıkaramadım. Muhsin Başkan ve Yazıcıoğlu diye iki ayrı hattını kaydettiğim Muhsin Yazıcıoğlu’nun numaraları da duruyor. Hafıza dolunca başkalarını siliyor ama Osman Ağabeyim gibi yitirdiğim halde yeri doldurulamayacakların adını silemiyorum. Biliyorum bu satırların okurlarıyla beraber Türkiye’nin dört bir yanında benim gibi telefon hafızasında asla silinemeyecek isimleri koruyorsunuz itinayla. Bir de kırgınlığa, yürek sızısına rağmen yanan sevda küllerinin güzel isimlerini silemiyoruz. Olsun... Hepsini seviyoruz, unutamıyoruz.