Zafer kazanmış siyasetçi gibi...
Heybetli cübbesiyle kürsüde gürleyen konuşmacı, yargıçtan çok zafer kazanmış bir savaşçıyı andırıyordu.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kuruluş yıldönümü nedeniyle Başkan Haşim Kılıç önemli şeyler de söyledi, şaşırtıcı şeyler de...
Sesinin tonu ve mesajlarının keskinliği onun şahsında siyasal bir kişiliğin yansımasını yaratmış gibi oldu. Biraz sadeleştirilse, tarafsız görünmek adına gönülsüz eklendiği belli olan denge sözlerinden arındırılsa, konuşma Başbakan’nın bir miting söylevi de olabilirdi.
Önümüzdeki seçime ilerleyen sürecin en tutarlı ve çekici mutabakatı, yeni bir anayasa yapılması ihtiyacıdır. Bütün partiler, tüm toplumu kapsayacak biçimde bu hedefi paylaşıyorlar.
AYM Başkanı Kılıç, mecliste sağlanacak çoğunluğun anayasa yapmaya yetecek uzlaşmanın gerçekleştiği anlamına gelmeyeceğini belirtirken doğru bir yol gösteriyordu.
Yüzde 10 baraj yüzünden mecliste temsil olanağı bulamayan görüşlere imkân yaratılmasını söylüyor ama hemen sonra azınlığın da çoğunluk görüşünü bloke etmesine izin verilemeyeceğini belirterek, iktidarın çoğunluk egemenliğini savunan görüşü yanında yerine
alıyordu.
Yandaşların ağzıyla
Zaferinin tadını çıkaran bir siyasetçi ancak böyle konuşur.
Haşim Kılıç dün, statüko ile ilgili iğneleyici söylemlerle CHP’ye tahrik edici mesajlar gönderdi.
Kılıç’a göre “ülkeyi koruma ve kollama konusunda olağanüstü kurtarıcılara yönelik çağrı dönemi kapanmıştır.”
Statükoyu savunanlar artık olması gereken yerdedir.
Artık iradesi vesayetten kurtarılmış bir toplum vardır, kendi kararlarını vererek yeni bir anayasa yapacaktır.
Haşim Kılıç, konuşmanın burasında CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açma başvuruları yapmasına eleştiri gönderirken, yeni dönemde bu kolaycılığın da ortadan kalkacağı ümidi taşıdığını öne sürdü.
Başkan, adaylıkları veto eden YSK kararına yönelen tepkiler konusunda doğrularla yanlışlar yine birbirine karıştı. “Hiçbir özgürlük terör ve şiddetin teminatı olamaz. Hak ve özgürlüklerini kullanırken terörle ortaklık kuranların, hiç kimseden demokratik tavır ya da sabır beklemeye hakkı yoktur” dedi.
Adaletin değil, demokratikliği bile şüpheli hale düşmüş bir siyasi zihniyetin sesidir bu söylenenler.
Çünkü hukukçu değil
Haşim Kılıç CHP’ye “Uzlaşmaya bak. Sakın bana gelme” diyor.
Oysa Anayasa Mahkemesi tam da “gelmeyin” dediği ihtilâflara bakmak için
vardır.
BDP’ye de “Hiçbir özgürlük terör ve şiddetin teminatı olamaz” hatırlatması yaparken yargısız infaz yanlışına düşüyor. Yargılamadan mahkûm ettiği insanların “kimseden demokratik tavır ya da sabır beklemeye hakkı olmadığını” söylüyor.
Adalet beklemek, bir hukuk devletinde herkesin hakkıdır. Suçlananların da, hatta suçları sabit görülenlerin de.
Anayasa Mahkemesi bunun için vardır.
Hukukçu olmayan bir Anayasa Mahkemesi Başkanı acaba hukuk devletine daha ne bedeller ödetecek?
Kılıç’ın yarattığı olumsuz ilişkiler Anayasa Mahkemesi’ni bile kutuplaşmanın tehlikeli yalnızlığına sürüklemiştir. Dünkü törene yüksek yargı organlarının ve muhalefet partilerinin temsilcileri katılmadılar.
Haşim Kılıç “kendileri bilir, isteyen gelir, istemeyen gelmez” deyip çıkamaz bu işin içinden.
Gelmesi gerekenler gelmiyorsa, onları gelmeye ikna edemeyen Başkan gitmeli!
Güngör Mengi / Vatan
+++
ÖSYM mağduru yandaş gazete
Bazı insanlar gibi, manşetlerin kaybettiği olur. ALES-Lisansüstü- sınavlarında da yeni bir rezaletin ortaya çıktığını gördük. Resmi açıklama halk tabiriyle ’Tüy dikmek’ti; ’Az sayıda basım hatası oldu’. Milli Piyango çekilişinin tam tersi. Bu defa ’Hatalı kitapçığı yakalayanın hayatı kayıyor’. Sorumlular belli. Bir yanda Prof. Dr. Ali Demir. Öbür yanda yine adaş Ali Em. Galiba, başka talihsiz ise ’Yandaş bir gazete’idi. Attığı başlığa bakın; ’Seçime kadar sınav tezgahı’. Bu yayın organından, devamını beklerdik. Örneğin ’Rezalete devam’gibi. Yapamadılar. Galiba halının altına süpürenlerden oldular.
Burhan Ayeri / Akşam
+++
‘Özür’lü aydınlara ‘Serj Takdiryan’ jesti!
Ermenistan Devlet Başkanı Serj Takdiryan... Pardon, Serj Sarkisyan önceki gün Erivan ’daki “soykırım” anıtı önünde yaptığı konuşmada, sözde soykırımı tanıyan ve tanınması için çaba gösteren “Türk aydın”larını takdir ettiğini söyledi.
Bizim “Türk aydınları” Obama’nın bile alamadığı bu takdirden pek memnun kalmışlar, mutlu olmuşlardır kuşkusuz. Fıkrayı bilirsiniz...
Sadece kendi köyünde değil, civar köylerde de fingirdeyip duran genç kızı ailesi sonunda aynı köyden saf bir delikanlıyla evlendirmeyi başarmış. Düğünden bir süre sonra köyün yaşlı kadınları gelinin annesine, “hayırlı olsun”a gelmişler. Çaylar, kahveler içilirken kadınlardan biri taze kaynanaya;
- Nasıl Emine Bacı, senin oğlan senin gelinden memnun mu, diye sormuş.
Taze kaynana derin bir iç geçirdikten sonra;
- Benim oğlanı bilmem emme demiş, köyün delikanlıları bizim gelinden pek bi memnunlar!
Melih Aşık / Milliyet
+++
Devreleri yakmış
Yazılmamış kitap yüzünden gazeteci tutuklamalarının baş ağrıttığını.. Sıkıntı yarattığını söyleyen Fehmi Koru formülü bulmuş..
Demiş ki; YSK’nın sebep olduğu sorunun çözümünde kim(ler) etkili olduysa bu konuda da devreye giremez mi?
***
Bu satırları okuduktan sonra hemen akla şu soru geliyor..
Birileri devreye girip gazetecileri içeriden çıkartabiliyorsa demek ki içeri girmeleri için de birileri devreye girmiştir!..
Dışarı çıkartan gücü olan..
İçeri atma gücüne de sahiptir..
Bu işler birilerinin devreye girmesiyle halloluyorsa hukuk sizlere ömür demektir..
Ortada hukuk mukuk yok
demektir..
***
Burası hukuk devleti lafı boş bir sedadır..
Çoktan yapılması gereken açıktı, netti; anti demokratik maddeleri yasalardan ayıklamak.. DGM’lere (yeni adı; özel yetkili mahkeme) son vermek..
Bu kadar..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
10 yaşında “2. Cumhuriyetçiler”i dumur etti
Amerika’dan yazan okurum diyor ki:
-Eğer Türkiye’de, 10 yaşındaki bir çocuk; Atatürk heykeline tırmanıyor ve onu yanağından öpüyorsa daha söyleyecek çok söz var demektir.
Ben de diyorum ki:
O güzel çocuk tek değil.
Siz bakmayın üç beş kuruş için ihanet çetesine katılanlara...
Eminim ki o çetenin çocukları bile er geç Atatürk’e sarılacaklar; öpecekler...
İnadına:
- Beş yaşındaki çocuğun başına sarık sarıp rahle önüne oturtan o fanatiğin inadına...
- Kemalistlere Türkiye’yi dar edeceğiz, diye nutuk atan ağzı kalabalık; şeriat yandaşı Altan Tan gibi BDP’lilerin inadına...
- İkinci cumhuriyet diye sayıklayan, göbeği dışa bağlı sahte liberallerin inadına...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
METEKSAN’a oy vermeyin!
Sınav bitip, rezalet ortaya döküldükten sonra ÖSYM Başkanı artık alıştığımız açıklamayı tekrarladı:
“Bizim hiçbir suçumuz yok, suç soru kitapçıklarını basan METEKSAN’ın... Ben adaylara mektup yazacağım!”
***
ÖSYM Başkanı’nı kim atadı? İktidar!
Ama iktidar partisi tam kadro, “Bizim bu işte bir suçumuz yok” diyor...
ÖSYM Başkanı seçilir seçilmez ne yaptı? ÖSYM’nin deneyimli kadrosunu, sekreterden başkan yardımcılarına kadar, işten attı... Yerine “badem bıyıklı” bir kadro oluşturdu... Ne diyor ÖSYM Başkanı?
“Bizim bir suçumuz yok, suç METEKSAN’ın?” METEKSAN’ın tavrı belli; topu zavallı bir maatba işçisine atıyor...
Ve Cumhurbaşkanımız, Meclis Başkanımız, Başbakanımız, Milli Eğitim Bakanımız bu durumdan “tatmin” oluyor?
***
Tatmin olmayanlar kimler?
1 milyon 700 bin YGS ve 272 bin ALES mağduru...
Bunların 4’er kişilik bir ailenin mensubu olduklarını varsayın; 8 milyon kişi!
Sınava girenlerin tamamı oy verme yaşında... Yani seçmen!
Anneleri babaları da “seçmen” olduğuna göre; eder 6 milyon kişi...
***
Sözüm bu 6 milyon kişiye:
Haksızlığa uğradığınızı ve mağdur edildiğinizi düşünüyorsanız; siz siz olun önümüzdeki seçimlerde sakın METEKSAN firmasına oy vermeyin kardeşim!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Sık sık rüya görenin IQ’su daha yüksek oluyormuş.
Tersi de mümkün... IQ’su düşük olanlar da siyasetçilerin vaatlerine bakıp gelecekle ilgili bol bol tatlı rüya görebilir...
Haldun Ertem
+++
MaALESef çarşafa dolandı
Büyüsünler de “badem” olsunlar diye “çağla badem” lerin üniversite sınavına şifre koymuşlardı... Bu sefer şifresiz mifresiz daha pratik bi yol buldular, beğenmediklerine kafadan soru kitapçığı vermediler!
***
Çöz çözebilirsen...
***
E merak ediyor insan tabii.
Ne sordular?
***
Girdim ÖSYM’nin internet sitesine, ALES’in soru kitapçığını tıkladım...
***
Sözel bölüm.
25’inci soru mesela.
***
Önce bi metin verilmiş:
“Gücünü gözlem ve mizahtan alan öyküleriyle tanınmaktadır. Konuşur gibi yazmanın doğurduğu rahatlık ve akıcılık görülür. Toplumsal bozuklukları, çarpık kişilikleri ele alır. Bilgilendirmeye yönelik bir yol seçer.”
***
Sonra da, aşağıdakilerden hangisi bu yazarın özelliklerinden biri “olamaz” diye sorulmuş.
***
Cevap?
Baktım cevap anahtarına.
E şıkkı.
Yani?
Bu yazarın özelliği, toplumsal
olayları “tarafsız” bakış açısıyla anlatmak “olamaz” mış!
***
Demek ki neymiş?
Gözlem yapan, mizahla süsleyen, konuşur gibi, rahat ve akıcı yazan, toplumsal bozuklukları, çarpık kişilikleri ele alan, ahaliyi bilgilendiren yazar “tarafsız olamaz”mış.
***
Ya nasıl olurmuş?
Trene bakar gibi bakar, öküz
gibi yazarsa, fikir kabızıysa, toplumsal bozuklukları teğet geçip, suya sabuna dokunmadan, çarpık kişiliklere ilişmez ve ahaliyi bilgilendirmezse “tarafsız yazar olur” muş.
***
İnanmayıp “tatmin” olmayan, sağlamasını yapmak için açsın, gazetelere baksın... Boşuna mı, ÖSYM’deki rezaletleri görmeyip, yazmayıp, üstüne alkışlıyor “tarafsız yazar” lar kardeşim?
***
Ha, nasıl oluyor da utanmadan orda oturuyorlar hâlâ derseniz...
Malum, dört yanlış bir doğruyu götürüyor. Bunlarda ilaç niyetine bi doğru bile olmadığı için, götüremiyor maALESef.
Yılmaz Özdil / Hürriyet