Yüzsüzlüğün saltanatı
Kıbrıs Barış Harekatı’nın kahramanlarından, üstün cesaret ve feragat madalyalı emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin, 15 Haziran 2007’den beri cezaevinde...
Yazar Ergun Poyraz, 27 Temmuz 2007’den beri cezaevinde...
Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Türk-Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Avukat Kemal Kerinçsiz 22 0cak 2008’den beri cezaevinde...
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 21 Mart 2008’den beri cezaevinde...
Gazeteci Hikmet Çiçek, 25 Mart 2008’den beri cezaevinde...
Gazeteci Tuncay Özkan 23 Eylül 2008’den beri cezaevinde...
Eski 1. Ordu Komutanı, emekli orgeneral 72 yaşındaki Hurşit Tolon, Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki sorgulamasını yapan, pankreasında kanser başlangıcı olan, kalp hastası emekli albay Hasan Atilla Uğur, prostat kanseri olan ve et yiyen bakteri yüzünden her an ölüm riski bulunan, hastanede tutulması dahi sakıncalı, evde bakıma muhtaç emekli tuğgeneral Levent Ersöz 1 Temmuz 2008’den beri cezaevinde...
Bakan çocuklarına 74 günde tahliye!
***
Ne hikmetse vatan evlatlarının tutuklanmaları hep aynı “nöbetçi hakim”e rastlardı. Allah’ın işi işte, davaya bakan hakim yıllık izne çıkınca, bakan evlatlarını da “uzun adamın sağlığına duacı” bir “nöbetçi hakim” saldı!
***
Hakime göre, “yan delillerle desteklenmediği sürece” mahkeme kararıyla, teknik takip/izleme-dinleme yoluyla elde edilmiş “deliller” esasa ilişkin delil mahiyetinde sayılamazdı.
Ümraniye soruşturmasıyla başlayan 6 yıllık Silivri sürecinde, “salonumda çay içmeni özledim”, “çocuğu sınava sen götür”, “bebiş yapalım artık” türü mahrem/aile içi, atfedilen suçlarla zerre ilişkisi olmadığından imha edilmesi gereken, dahası yasa dışı yollardan elde edildiğinden zaten hükümsüz olan “tape”ler amip gibi çoğaltıldı; “yargısız infaz” gerekçesi yapıldı.
“Büyük rüşvet, yolsuzluk ve kara para operasyonu”nda ‘Alo babacım onca parayı nereye koyayım’lar, ‘polisin önüne yatarım’lar, ‘milletin a..na koyacağım’lar, bakanların ‘pis işleri bana yaptırdılar’ itirafları bir yana, atfedilen suçun temel unsuru olan kutu kutu paralar, kaynağı da akıbeti de meçhul milyon dolarlar, “havuz”lar sıfırlandı!
Eh haksız da sayılmaz bağımsız, tarafsız, adil yargımız;
Olmayan delil karartılır mı?
Öğütücüyü mü ne yapacaklardı?
Montaj yahu; inandınız mı?
***
Ümraniye’de, Balyoz’da, Odatv’de, Poyrazköy’de, adli bilişim şirketlerinden, üniversitelerden “Bu deliller sahteeeeeee” diye bilirkişi raporu yağdığı halde “durumun sanık lehine değişme ihtimali” yok sayıldı.
Büyük rüşvet, yolsuzluk ve kara para operasyonundaysa tahliyeler “daha neler var neler” dedirtecek bilgi-belge yağmuruna rağmen, suç vasıflarının şüpheliler lehine değişme ihtimaline dayandırıldı!
Biri bana izah edebilir mi nasıl değişir-değişebilir “hırsızlığın” vasfı?
Darül harp mı burası?
***
Kuddusi Okkır ölüme tahliye edildi. Uçkun Geray öldü. İlhan Selçuk öldü. Türkan Saylan öldü. Ergin Saygun ölümden döndü. Fatih Hilmioğlu, Serdar Öztürk ölümün eşiğine getirildi. Yolu cezaevine yahut yargılamaların yapıldığı mahkeme salonlarına düşenler fark etmiştir; güneşsizlikten, havasızlıktan, rutubetten nasıl renk değiştirmiş Tuncay Özkan’ın derisi.
Tek sağlık mı kaybettikleri?
Geleceğin Genelkurmay başkanlarının, ordu komutanlarının, kurmay subaylarının rütbeleri söküldü. Yüzlerce aile evlerinden atıldı. Rızıkları alındı.
6 yıl bu...
Çocuklar babasız doğdu, büyüdü, yürüdü, konuştu, koştu...
Ömür...
Gün-saat gelince intikamperestlerin keyfini bekler mi Azrail, analar, babalar, evlatlar toprağa kondu. Kalanların feryadını bir tek soğuk hücrelerinin duvarları duydu.
“Kumpas”la hayatlarının altı yılı çalınan onca insana Maldivler’de tatildeler muamelesi yapıldı. Ama özel izinli, börekli çörekli, 7-24 ziyaretçili bakan çocuklarına çooook yazıktı, 74 günde ileri derecede mağduriyet tehlikesinden kapılar açıldı!
***
“Hak yerini buldu” diyor başbabaları;
Şükür ki, sonunda, şimdi adı harama kalkan yapılan “Hak”tan bulacak herkes layığını...
Hak, kulunun hakkını çalanı bağışlar mı?
***
Velhasıl bana sorarsanız; yüz nakli yapıyoruz diye boşuna çırpınıyor Türk doktorları;
Yüzsüzlüğün saltanatı!
Vicdana rahmet okuduğumuza göre kalp kalkmış tedavülden...
Akılsız kalabalıklara bak da söyle; beyin nerede?
Vücudun en büyük parçası işte; kösele kullanıyorlar belli ki deri niyetine!
Ne kaldı geriye?
Et ve kemik...
Sürüngende de, kemirgende de var zaten o kadarı; kim, nasıl anlayacak “insanlığımız”ın farkını?