Yüzlerce aile bu sorunun cevabını bekliyor: Biz şimdi ne yapacağız?
Balyoz Davası’na bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakkında verdiği “18 yıl”lık hüküm Yargıtay’ca onanan Emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri, usul hataları ortadayken böyle bir kararın nasıl verilebildiğini soruyor/sorgulanmasını istiyor. Mektubun özetinin özeti hali dahi epey uzun, dolayısıyla ben susayım halen Silivri Cezaevi’nde tutulan E.Tuğg. Tanyeri konuşsun.
Karar baştan belliydi
Önce “yasa ihlalleri” :
“- CMK. Md. 23 de “Aynı işte soruşturma evresinde görev yapmış bulunan hâkim, kovuşturma evresinde görev yapamaz.” Hükmüne rağmen, hâkimler Ali Efendi PEKSAK ve Murat ÜRÜNDÜ soruşturma ve ardından kovuşturmayı yapan 10.ACM’de görev almışlardır. (...)
- İddianameyi hazırlayan Savcıların bilirkişi olarak görevlendirdiği Erdem ALPASLAN ve Tahsin TÜRKÖZ, raporlarını yasalar gereği yemin ettikten sonra hazırlamaları gerekirken, kendilerine yemin ettirilmeden hazırlamışlardır. (...) Yüzlerce kişinin tutuklanmasına neden gösterilen raporlarını hazırladıktan iki sene sonra, yetkili olmadığı halde 10. ACM yemin ettirmiştir.(...)
- CMK. Md. 216’da, delillerin tartışılmasının nasıl yapılacağına, kimlerin hangi sıra ile konuşma yapacağına kadar ayrıntılı bir şekilde yazmasına (...) ve 10. ACM Başkanının da yapılacağını defalarca söylemesine rağmen, Yargıtay; delillerin tartışılması safhasının atlanmasını haklı gösterecek gerekçeler bulmaya çalışmıştır.
- CMK Md. 210’da, tanıkların mutlaka dinlenmesi gerektiği yazmasına rağmen (...) tanıkların ne söyleyecekleri, sanıkların ne soracakları ve bu sorulara ne cevap verecekleri bilinmeden, tanıkların dinlenmesinin yargılama sonucunu etkilemeyeceğine dair karar verilmesi manidardır.”
Tanyeri’ye göre sadece son madde bile “kararın, baştan itibaren bilindiği anlamını taşıyor.”
Velev ki “darbe planı”...
Yargıtay kararındaki “... bu belirlemeler yapılırken belgelerin oluşturulma ve kaydedilme tarih ve süreçleri ile, bu süreçlerde yer alan sanıklara yüklenen suçun icrası bakımında üstlendikleri roller dikkate alınmıştır” ifadesine de itiraz eden Tanyeri’nin mektubu şöyle devam ediyor:
“Bütün belgeler 4 Mart 2003 tarihinde oluşturulduğu ve daha sonra ilave yapılmadığı görünen ve iddia edilen 11 No.lu CD içinde bulunmaktadır. Bu CD içinde yer alan ve 2.12.2002 tarihinde son kez kaydedilmiş ve hiç çıktısı alınmamış görünen “Balyoz Harekat Planı.doc.” dosyası içinde Balyoz Güvenlik Harekat Planı bulunmaktadır. Dijital dosyanın değiştirilmesi mümkün olabilen üst veri bilgilerine bakılarak, planın 5-7 Mart 2003’de, seminerde görüşüldüğü iddia edilmektedir. Ancak artık hepimizin çok iyi bildiği gibi, plan metninde, 19 Mayıs 2006 tarihinde kurulan TGB hakkında bilgilerin yer alması, bu planın ancak 2006 yılından sonra yazılabileceğini göstermektedir. Bu planla ilgili çizelgelerin de oluşturulma tarihleri Mart 2003 den önce görünmesine rağmen, içlerinde 2009 yılına kadar gerçekleşmiş olaylar hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Balyoz Planının bir darbe planı, çizelgelerinde gerçekten darbe hazırlıkları olduğunu kabul etsek dahi, 2009 yılından önce hazırlanması mümkün olmayan bu delillerle, 2003 yılından Ordu Karargahından ayrılan, rütbe ve görev yerleri değişen ve hatta emekli olan kişiler suçlanabilir mi?(...)”
Maksadını aşan ifadeler
“1’inci Ordu bölgesinde alınacak Sıkıyönetim tedbirleri ve sınır ötesi harekâtın nasıl yapılabileceğine dair hususları” içeren seminerde bazı “maksadını aşan ifadeler” sarf edildiğini kabul eden Tanyeri, bunların “hükümet devirmeye dönük” olduğunu reddediyor ve “İddia edildiği ya da Balyoz Planında yer aldığı gibi, ne seminerde ne de senaryoda Hükümetin icraatları veya Hükümet üyeleri aleyhine tek bir kelime bile söylenmemiş, yazılmamıştır. Bu hususlar sadece 2006 yılından önce yazılması mümkün olmayan planda mevcuttur.” diyor.
Yargıtay kararında, “...delillerin kolluk kuvveti veya adli makamlarca ele geçirilmesinden sonra hukuka uygun biçimde korunduğu ve dijital delillere müdahale edilmediğini” ifade ediyor ama Tanyeri yargılama sırasında savunmanın bu konuyu aydınlatmaya dönük hiçbir talebinin dikkate alınmadığını hatırlatıyor.
Cezaları meşrulaştırmak için...
Tanyeri’nin itirazlarından biri de hukuken aynı durumdaki sanıklar hakkında verilen hükümlerin farklı olmasına:
“Yargıtay kararında bazı sanıkların” Soruşturma başlamadan önce ittifaktan çekilmiş olarak kabul edilmesi gerekir” diyerek suç vasfının değişmesinden bahsetmiştir. Bu soruşturma başlamadan önce sanıkların hiç birinin varsa bile böyle bir oluşumla irtibatları kalmamıştı. Bu konu mahkeme dosyalarındaki sanıkların 2001 yılından bu yana tespit edilen iletişim bilgilerinde de sabittir. Bu durumda niçin bu gerekçe diğer sanıklar lehine de kullanılmamıştır. Yargıtay Başsavcısı bu konuya dikkat edecek midir?
Bu davada seminer suç ise, seminere katılanların çoğu suçlanmamıştır. Dijital verilerde isimleri yazılı olduğu için suçlama yapılıyorsa, bu belgelerde ismi yazılanların da çoğu suçsuz bulunmuştur. Davada suçlama yapıldığı ileri sürülen başkaca delil yoktur. Hâkimler sadece deliller üzerinden varsayımlar üreterek, kişiler hakkında farklı kararlar vermişlerdir. Aynı delillerle aynı suç işlediği gerekçesiyle ceza verilen bir kısım sanıklar hakkındaki kararlar bozulurken, diğerlerinin suçlu olduğu algısı yaratılmak istenmiştir.”
Ankara’da yargıç yokmuş!..
Mektubunda Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Yargıtay kararını değiştirmeyecekleri” yönündeki açıklamasına da değinen Tanyeri soruyor:
“Bizler şimdi ne yapacağız? Yasalar gereği AİHM’e gidebilmek için iç hukuk yollarını tüketmek uğruna cezaevlerinde mi bekleyeceğiz?
Yoksa vicdani sorumluluklarını ve mesleki onurlarını her türlü baskıya rağmen ön planda tutması gereken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu karara itiraz ederek haksızlıkları telafi etmeye mi çalışacak?
Ankara’da yargıçların olmadığını anladık da Savcılar var mı onu göreceğiz.”