"Yüksek gerilim hattı"nda iyonlaşma tehlikesi
Nazlı Ilıcak, tam bir yaratıcılık şaheseri(!) olan “Ya sev ya terket” başlığı altında Hrant Dink’in, “aşırı milliyetçi” gazetelerde yayınlanan “çok rencide edici, ırkçı makaleler” yüzünden hedef olduğunu savunmuş.
Sabah’taki köşesinde
demiş ki;
“Onun, “Türk düşmanı bir Ermeni” olduğu teması özellikle Yeniçağ, Önce Vatan, Ortadoğu gibi “aşırı milliyetçi” gazetelerde ve ulusalcı (ya da Ülkücü) çevrelerde sürekli işlendi.
(...)
Hrant Dink’in, hedef haline gelmesinde, Genelkurmay bildirisinden başlayarak, nefret yayan bu yazı ve manşetlerin etkisini görmemek mümkün mü?”
Dizginlemez bir “itirafçı” olma arzusuyla kendini belli eden Hasan Cemal sendromu!
Bizim - “Allah kurtarsın” - bu gibi haller için tanımız bu...
Evet ilk bakışta “itiraf”tan çok “ihbar” gibi duruyor yazdıkları...
Ama değil bence...
Yolunu Hasan Cemal’inkiyle kesiştirecek bir köprü sadece!
Eğer gerdire gerdire (eh her operasyonda neşter bir milim kaymış olsa kaş, göz, alın, yüz derken ucundan kenarından beyin hücrelerine de ermiştir herhalde) kopma noktasına gelen bu kafayla (kafa derken zihniyeti kast ediyorum) gider de olayları “manşetlere” bağlamaya devam ederse, kaçınılmaz son:
Bu yol Beyazıt’a çıkar!
Ne mi yapacak Beyazıt’ta?
E Devlet Kütüphanesi var ya; gidip orada “eski defterleri” karıştıracak!
Hasan Cemalvari bir edayla ortaya çıkıp “Kimse kızmasın kendimi yazdım... Gençlere mısır patlatır gibi bomba patlattırdım, mermi sıktırdım, pusu kurdurdum...” diyebilmek için Tercüman arşivine girip “kanıt toplayacak” ...
Madem “manşetler” yazıyor “hedef”in açık adresini;
“Varan 1..”
“Varan 2..”
“Varan 3...”
Hey gidi hey; ne günlerdi değil mi!
Diyorum ki, hazır 12 Eylül yargıya da taşınmışken, dünkü yazınızdan ilham alan biri görev bilse “arşiv fareliği”ni; çıkarıp yüzünüze çapıverse o manşetleri...
Yok yoook, daha beteri savcılığa gitse mesela ve şikayetçi olsa;
“Babamı hedef gösterdi...”
“Kocamı hedef gösterdi...”
“Kızımı hedef gösterdi...”
İster misiniz azmettirici ilan ediversinler sizi!
***
Velev ki Hasan Cemalleşme sevdasının aklını başından alması değil durduk yerde Dink cinayetini birkaç gazete ile köşe yazarının üzerine yıkma gayretinin sebebi!
Öyleyse al bakalım bu da ikinci teori:
Hayrola “okyanus ötesi” nden mektup mu geldi?
İşin ucu biata özendir temalı röportajlarının yüzü suyu hürmetine kabul gördüğün, dış kapının dış mandalı konumunda da olsa eklemlenmeyi başardığın yapıya dokunacak diye, Dink’in sözde değil özde arkadaşları uyanır gibi oldular diye, mesela kimi polis müdürlerinin isimleri artık “gizlenemeyecek” kadar deşifre diye paniğe mi kapılmış birileri?
Yoksa bu bir “hedef şaşırtma” gayreti mi?
İyi de bu koooocaaaaa, bu derin, bu karanlık, bu “Ergenekon’u da aşan” yani o derece fena(!) organizasyon kaderini, ede ede Türkiye’nin hafızasında “oğlu ile tef çalıp dansöz oynatan kadın” olarak kazınan birine mi teslim etti!
Durumları hakikaten vahim demek ki!
***
Bu da üçüncü, son ve açıkçası en iddialı olduğum teori:
“Yüksek gerilim hatları”nın yaydığı statik elektrik veya manyetik alanların insan sağlığına olumsuz etkileri malum; gerilim nedeniyle hat civarında iyonlaşma oluşuyor. Eh Nazlı Hanım da son dönemde bırakın civarında olmayı,“yüksek gerilim hattı”nın ta kendisi imajına büründüğüne göre...
Bu yazı vücudun yüksek rakımlı bölgelerinde iyonlaşma göstergesi olabilir mi?
Aramıza nifak sokmak için siparişle haber yapıyorlar!..
Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Sultanoğlu Azerbaycan’ı karalama kampanyası başlatan “Türkiyeli” medyayı topa tuttu.
Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Büyükelçi Hasan Sultanoğlu aradı. Medya eliyle yürütülen Azerbaycan karşıtı kampanyadan duyduğu “derin üzüntü”yü paylaştı. Azerbaycan düşmanlığı oluşturmak üzere “siparişle” haber yapıldığını düşünüyor.
Yeni Şafak’tan örnek veriyor. İktidara yakınlığıyla bilinen gazetenin 17 Ocak 2012 günü attığı “Azeri gardaş sen hardasan” manşetinden sonra, Azerbaycan’ı Fransa’ya karşı Türkiye’nin yanında yer almamakla suçlayan habere imza atan Çetiner Çetin’i aramış Sultanoğlu. Ulaşamamış. Sonra “Özcan Bey”le görüşmüş. Azerbaycan’ın Ermeni iddialarını inkarı suç sayan tasarının Fransa Meclisi’ne geldiği günden bu yana yaptıklarını anlatmış. Özcan Bey “Madem durum bizim bildiğimiz gibi değil anlattıklarınızı da yazarız” deyip Sultanoğlu’na “dönmek” üzere kapatmış telefonu. Ne dönen var, ne ertesi gün konuyla ilgili tek bir satır Yeni Şafak’ta! İşin peşini bırakmamış, ertesi gün Çetin’i bulmuş Başkonsolos. Çetin’e de anlatmış bir gün önce Özcan Bey’e anlattıklarını. O da “not ederek” dinlemiş ve yayınlayacağını söylemiş... Ertesi gün; tek satır yok!
Azeri yok biz Türküz
Macera devam ediyor...
Bu kez oturmuş iki gündür telefonda anlattıklarını yazıya dökmüş Sultanoğlu. Çetin Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert’le konuştuğunu, bu sefer açıklamasını kesinlikle yayınlayacaklarını söylemiş.
Sonuç mu?
Hadi canım hâlâ soruyor olamazsınız; yayımlamamışlar tabii.
Ha bu arada benzer bir haber de Türkiye gazetesinde çıktı ya... Onlarla da irtibata geçmiş Sultanoğlu. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nı neye dayanarak Türkiye için zararlı gibi gösterdiklerini, yayımladıkları rakamların kaynağını sormuş. El cevap:
- Bir arkadaşımız söyledi!
Nasıl? Tam da 2012 model gazetecilik örneği değil mi!
Yazılanların “Azerbaycan basını”na dayandırılmasına da sitem ediyor Sultanoğlu:
“Azerbaycan’da bunları yazan bir tek gazete var. Onun sözüne bakıp iki kardeş ülkenin arasına nifak sokuyorlar, fakat benim devletim adına, devletimi temsilen söylediklerimi yok sayıyorlar. Kulakları sürekli Azerbaycan düşmanlarının ne dediğinde!”
Düşünün bir Amerikan gazetesi Türkiye’yi bölgedeki “dost” ülkelere hedef gösteren bir habere imza atıyor. Misal kaynağı da Yasemin Çongar. Orada görevli diplomatlarımız haberdeki yanlışları düzeltmeye kalkıştığında muhatap olarak karşılarına çıkan “kapı-duvar”!
Ve elbette kullanılan dil. Sultanoğlu öyle demiyor tabii ama feryat ediyor adeta: “Ne demek Azeri? Azeri yok, biz Türküz!”
“Ben Türkiye sevdalısı biriyim” diyen Sultanoğlu’nun Yeni Şafak’ın yayımlamaktan kaçtığı açıklamasıysa şöyle:
“31.12.2011 tarihinde Azerbaycan Milli Meclisi oy birliği ile Fransa Senatosuna resmi itiraz müracaatı kabul etti ve gönderdi.
Fransa’nın Bakü Büyükelçisi Azerbaycan Dışişleri Bakanlığına davet edilerek, kendi hükümetine iletilmek suretiyle mesele ile bağlı itiraz notası verilerek Azerbaycan devletinin rahatsızlığı ifade edildi ve AGİT Minsk Grubu eşbaşkanı olarak Fransa devletinin çözüm konusunda tarafsız olamayacağına vurgu yapıldı.
Fransa’ya nota verdik
Azerbaycan Cumhurbaşkanı müsteşarlığının Dış ilişkiler şube müdürü Novruz Memmedov ve Kamu-Siyasi şube müdürü Ali Hasanov basın aracılığıyla tasarıya itirazlarını geniş bir şekilde açıkladılar. Milli Meclis başkanın yardımcısı Ziyafet Asgerov ve başkan yardımcısı Bahar Muradova meclis adına tepkilerini basında yayımladılar. Mesele sivil toplum örgütlerinin de gündeminde tutuldu ve tutulmakta...
Gazetenizin manşetinde yer alan “Ermenistan’la ilişkileri normalleştiren protokol Azerbaycan’ın tepkisi üzerine, ABD ve AB karşıya alınma pahasına çöpe atıldı” yazısı yazılırken de “çöpe atılma”nın sebebinin hem de Ermenistan Anayasa Mahkemesinin malum kararının olduğunu unutmamak lazımdı. Ermenistanla sınırların kapatılması sadece Azerbaycan topraklarının işgali ile değil aynı zamanda Ermenistan’ın Türkiyeden haksız talepte bulunduğu ve “3 T” olarak tanımlanan “toprak, tanıma, tazminat” meselesi ile ilgilidir.
Ermenistan Türkiyenin sınır çizgilerini resmen tanımıyor ve dünyaca Türkiye Cumhuriyeti arazisi olarak tanınan Türkiyenin doğu ve güney doğu bölgelerini kendi anayasasında “Batı Ermenistan” olarak tanımlıyor. Acaba tanınmayan sınırlar nasıl ve nerden açılacaktı?
Hocalı’yı da yazın
...Bunların dışında, gönül ister ki, gazeteniz dahil olmak üzere Türkiye basını manşetinde 22. yıldönümünü anmakda olduğumuz, 1990 yılında Baku’de Ermeni askerler tarafından sivillere karşı yaşatılmış olan 20 Ocak soykırımına, 20. yıldönümünü yaşayacağımız, 1992 yılında Ermeni askerlerinin sivil Azerbaycan Türklerine yaşatmış olduklan, bir gecede yer yüzünden silinmiş Hocalı’da yaşanmış olan 26 Şubat soykırımına da yer ayırsın.
Her zaman ve her yerde Azerbaycan Türkiye’nin, Türkiye de Azerbaycan’ın yanındadır. Biz bunu böyle biliyoruz ve buna böyle inanıyoruz. Bunu deyişmeyi sadece düşmanlanmız ister ki, onların da hiçbir zaman buna gücü yetmez. Çünkü bizi biri-birimize bağlayan kalbimizde vuran ve damarlanmızda akan kandır. Çünkü biz bir millet, iki devletiz.”
Bir Türk gazetesi, bu denli “bütünleştirici” bir açıklamanın neden Türk Milletine ulaşmasına engel olur ki?
Başbakan’ın prensi demir gibi geldi kıkırdak oldu...
Yukarı da eğilir, aşağıya da esner. Öyle de olur, böyle de olur. Kıkırdak gibi yani.. Oysa İsviçre’den Ankara’ya “demir gibi sağlam” bir arzuyla, istekle, umutla çağrılmıştı.
Prens diye yazmıştı gazeteler.
Başbakan’ın yeni prensi!
Gel... Gel...
Ne olursan gel...Yapacaktı.
Yabancı sermayeyi çağıracaktı.
Gözü kör olsun para!
Özellikle yabancı sermaye. Yabancı sermaye gelmeden, dış borç bulmadan Türkiye büyüyemiyor, gelişemiyordu(!) İşte İsviçre’den Ankara’ya “Başbakan’a bağlı olarak çalış, bakanlar üstü baş danışman ve Prens ol” diye çağrılan, 9 dil konuşan, çok başarılı, kendini ispat etmiş Alpaslan Korkmaz, “Dünya yabancı sermaye nehirlerinden Türkiye ovasına doğrudan dış dereleri akıtabilmek” için devlet davetiyle gelmişti.
Veli Toprak, yazdı.
Şimdi devlet (Sayıştay) onu arıyor.
***
Alpaslan Korkmaz, ortaya ciddi bir sebep koymaksızın, ayrıldı İsviçre’ye Neuchatel Üniveristesi’nde ders vermeye geri gitti. Niçin gitti? İktidarın; Tayyip Erdoğancılar, Abdullah Gülcüler, Fetullah Gülenciler arasındaki çekişmeye mi dayanamadı?
Yolsuzluğa mı zorlandı?
Kendisi mi yolsuzluk yaptı?
Devlet (Sayıştay) birinin arıyorsa devlet adına yapılan harcamalarda hesaplarda bir tıkanma vardır ya da Hazine zarar uğratılmıştır; sormak, soruşturmak için arıyordur.
Necati Doğru / Sözcü
Bekir Bozdağ için de fezleke hazırlanacak mı
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ “Hrant Dink davasının sonucu ve hakimler” hakkında konuşmuş. “Mahkemenin hakimi ’MİT’ten gelen binlerce kayıt vardı. Onları inceleseydik dava 2 yıl veya 2.5 yıl daha uzun sürerdi’diyor. Bu ’dosyaları, delilleri incelemeden karar verdik’itirafıdır. Bu görev suçudur... Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na “yargı için söylediği sözler” nedeniyle fezleke hazırlayanlar acaba Başbakan Yardımcısı Bozdağ’ın “yargıyla, mahkemeyle ilgili” sözlerini, suçlamalarını ne yapacaklar?
Ruhat Mengi / Vatan