Yolun sonu görünüyor (19 Aralık 2013)
Çok beğenilen bu türkü bizim yazımıza başlık oldu. Her yolun bir sonu vardır, sonu olmayan yol yoktur. Yollar nice şaire, ressama, musikişinasa ilham kaynağı olmuştur. “Bir dağ ne kadar yüce olsa” da yol o dağı aşar. Zamanla aşar, çileyle aşar, fedakârlıkla aşar ama sonunda mutlaka aşar. Salı günü Türkiye’nin gündemine bir yolsuzluk iddiasının; adeta bombası düştü. İftiraların en adisine uğramış bir adam olarak ömür boyu hiç kimsenin şeref ve itibarıyla ilgili yalana, hileye, düzene iltifat etmedim. Devlette müdür, daire başkanı, müsteşar, bakan olarak görev aldığım zamanlarda imzasız hiçbir mektubu okumadım. Şahsıma gönderilmiş zarfı açtım, mektuba baktım eğer imzasız ise derhal çöpe attım. İddiasını imzasıyla omuzlayacak kadar yüreği olmayan adamları okumaya layık bulmadım. İşte bu ölçülerle bu tahkikat, savcının mütalaası ile mahkemeye intikal edip hükme bağlanıncaya kadar hiç kimseyi suçlu görmem ve görülmesine de karşı çıkarım. Ama karanlıkta sevişenlerin aydınlıkta doğurduklarını da bilirim.
Meclis’te bulunduğum yıllarda savunduğum temel fikir; yolsuzluk iddialarının haklı veya haksız olsun iktidarı yıpratacağı olmuştur. Bu sebeple iktidar olduğumuz dönemlerde yolsuzluk iddialarının ciddiyetle ele alınmasını, takibini, tahkikini istedim. Bunu birkaç televizyon konuşmamda, AKP iktidarı için de Başbakan’dan talep ettim. Ne yazık ki ne dünün iktidarları, ne bugünün iktidarı bizim yanan sesimizi duymadı, duymak istemedi. Ama her şeyi affeden ancak yolsuzluğu, rüşveti affetmeyen siyasetin doğası dünkü iktidarların, ciddiye almadıkları yolsuzluk iddialarıyla yıkıldığını gösteriyor.
Bu vadide diğer çok önemli bir iddia da hükümetin yetkilerini aşarak bazı ülkelere silah gönderdiği yolundaki beyanlardır. Gazetelerde aylar önce Yemen’de, Türk malı silah ve mühimmatın varlığı iddiası yer aldı. Aynı iddialar yoğun bir biçimde Suriyeli muhalifler konusunda dile getirildi. Hükümet “Suriye’deki muhaliflere silah vermiyoruz” cümlesini pek çok kere ifade etti. Başbakan ve Dışişleri Bakanı: “Esad muhaliflerine silah sağlamıyoruz, insani yardım yapıyoruz” dedi. Ancak emir ve hizmetlerindeki Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) raporuyla bu iddialar geçersiz hale geldi. İşin garibi TÜİK’in ihracat kayıtlarına göre Türkiye; geçtiğimiz Haziran ayında teröristlere 3.6 ton silah gönderdi. Bu rakam Temmuzda 4.4 tona, kimyasal saldırının gerçekleştiği Ağustos ayında 10 tona, Amerikan müdahalesinin beklendiği Eylül ayında ise 29 tona yükseldi. Yine TÜİK’in tespitlerine göre 3 milyon 150 bin lira para alındı. Yine basında yer alan iddialara göre, silahlara, Türkiye sınırına hâkim olan el-Kaideci çeteler el koydu. Türkiye’den giden silahlarla Esad Rejimine karşı isyan devam ediyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler veri tabanında Türkiye ile Suriye arasındaki silah ve mühimmat ticaretinin 2013 Haziran’ından itibaren “47 ton” olarak yer aldığı yolunda basınımızda haber ve yorumlar mevcuttur.
Bu durumdan üzüntü duymamak mümkün değildir. Çünkü, Meclis’ten yetki almadan; hükümet kendi iradesiyle, ülkesinde mevcut rejime isyan etmiş olan güçlere silah satmış veya hibe etmiştir. Burada çok açık bir biçimde yanlışlar vardır.
Birincisi; komşu ülkedeki iç savaşa müdahale edilmesi veya taraf olunması gibi bir büyük hata yapılmıştır. İkincisi; bu konuda kamuoyuna bilgi verilmemiş, yetkisiz bir işi hükümet kendi mantığı içinde sürüklemiştir. Üçüncüsü; bu işin sonunun Lahey Adalet Divanı’nda görüşülmesinin Türkiye’nin bu konudaki yetkili ve etkili kişilerinin yargılanması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımızda durmaktadır. Şu anda dünya basını ve bazı ülkeler Türkiye’yi suçlu görüyor. Suç; Birlemiş Milletler’in temsil ettiği uluslararası hukuku çiğneyerek “özellikle Suriye’de bu devletin içişlerine müdahale eden bir politikayı benimsemek ve sürdürmektir.” Suriye devletinin sınırlarında iç savaş çıkarmak, barışı tehdit edici davranışlarda bulunmak, hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak ve benzeri suçlarla itham edildiğimizi bilmek zorundayız.
Türkiye NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik için çabalarken Başbakan’ın Rusya’da Putin’e, bizi Avrasya Birliği’ne alın demesi devlet ciddiyetiyle bağdaşır mı? Sakın, Başbakan şaka yapmıştır demeyin. Başbakanların şaka yapma hürriyeti yoktur.
Sultan Abdülaziz ve Sadrazam Fuat Paşa birlikte saraya gelen bir hokkabazı seyrederler. Hokkabazın başındaki külahı çok beğenen padişah külahı alır ve Sadrazam Fuat Paşa’ya uzatarak “Size çok yakışacak. Şunu bir başınıza giyseniz de görsem” der. Fuat Paşa elini koynuna atar Padişah, “Ne arıyorsun Paşa” diye sorunca, “Koynumda sadaret mührüyle hokkabaz külahı giyemem. Önce sadaret mührünü size iade edeyim (sadrazamlıktan ayrılayım) ondan sonra hokkabaz külahını giyebilirim” cevabını verir. Devlet işte bu çapta devlet adamlarıyla şanına layık yönetilir.
Büyük bir milleti, büyük bir devleti, küçük idare etme hakkı hiç kimseye verilmemiştir...