Yolsuzluklar ve iki ayrı Türkiye
Yalnızca kişilerin iyi ya da kötü olması yolsuzluk, yasasızlık ve haksızlık yapmak için yeterli değildir. Yolsuzluk, yoksulluk ve haksızlık yapmaya her şeyden önce kamusal yapının müsait olması gerekir. Kamuda işlerin yapılış biçimleri, yöntemleri, süreçleri ve denetimleri haksızlık yapmaya uygun olmadığı sürece kötü niyetli kimselerin kötü niyetlerini uygulama imkânı olmaz. Kaldık ki, kamu otoritesi toplumun geleceğini insanların iyi niyeti ya da ahlaki davranacakları varsayımı üzerine de kuramazlar. Aksine dünyanın her yerinde toplumlar her türlü kötü niyetli ve ahlak dışı davranan insanlara karşı yasalarla korunurlar. Temiz ve şeffaf bir kamu idaresi, kötü niyetli insanları bile yasalara uymak ve topluma faydalı olmak zorunda bırakır.
Bir ülkede şu kelimeler ne kadar çok telaffuz ediliyorsa o ülkede kamu ve yönetimi de o kadar kirlenmiş demektir: Zimmet, rüşvet, ihtilas, irtikap, sahtecilik, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırmak, nüfuz ticareti, torpil, haksız kazanç, haksız rekabet, kaçakçılık, kayırmacılık, batık kredi, kayıt dışı para, komisyon, spekülasyon, manipülasyon, çete, mafya, örgütlü suç vb.
Yolsuzluk kavramını
unutturmak!
Kamu yönetiminde görev alanların amaçları yolsuzluk kavramını sıradan vatandaşlara unutturmak olmalıdır. İşe, insanların hakkıyla alındığı, ihalelerin hak edene verildiği, yasaların herkese aynı şekilde uygulandığı, adalet terazisinin şaşmadığı yerde insanlar yolsuzluk kavramını kullanmak lüzumunu duymazlar.
Türkiye’de yolsuzlukla ilgili kelimelerin olduğundan fazla gündemi meşgul etmesi tesadüf değildir. Çünkü Türkiye, plütokrasiyi (sermaye iktidarı) demokrasi sanan insanların ülkesidir. Bu insanlar için tüketici demokrasisi, siyasi demokrasiden daha önemlidir: Bir ülke düşünün ki sorunlarının başında yolsuzluk, yokluk, yağma ve yağcılık gelsin. İnsanlar bu ülkede zengin olmak, köşe dönmek, köşe kapmak için her yolu mubah görür olsun. Üretmek yerine tüketmek, ihraç etmek yerine ithal etmek, tasarruf yerine harcamak iktidarlar tarafından yüceltilmiş olsun. İnsanlarının borçtan yemek, tüketimi kutsamak, gün bulup gün yaşamak başlıca davranış biçimleri haline getirilsin. Böyle bir ülkede yaşayan insanların geleceklerinden emin olmaları mümkün müdür?
Yıllardır uygulanan siyasi, mali ve ekonomik politikalar birbirinden kesin hatlarıyla ayrılmış olan iki Türkiye’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Tek Türkiye yok!
Bu nedenle Türkiye dediğimizde karşımızda sosyal, ekonomik ve ahlaki anlamda bir değil iki Türkiye vardır: Bir yanda debdebe ve lüks içinde yaşayan şatafat yiyip şatafat içen Türkiye; diğer yanda çadırlarda karın doyuran Türkiye! Bir yanda geleceğini devletin vereceği gıdaya, ısınmayı belediyenin sağlayacağı kömüre bağlayanların Türkiye’si var! Diğer yanda dolar milyarderlerinin sayısını dünya çapında artıranların Türkiye’si var. Bir yanda düğün parası bulamadığı için evlenemeyen insanların yaşadığı bir Türkiye var. Diğer yanda düğününde yirmi kilo altın, 320 bin YTL tahsilat yapanların Türkiye’si var! Bir yanda para bulamadığı için sünnetlerini belediyeye yaptıran insanların Türkiye’si var, diğer yanda helikopterle stat kiralayıp sünnet düğünü yaptıranların Türkiye’si vardır. Her iki Türkiye de yıllardır yolsuzluğa ve haksız zenginleşmeye göz yuman iktidarların ürünüdür.
Bu şekilde bölünmüş bir Türkiye’ye hiçbir şey süre giden yolsuzluktan daha fazla zarar veremez. İşin bir başka garip tarafı da yolsuzlukla mücadeleyi birinci sorun ilan eden iktidarlar döneminde yolsuzlukların daha fazla artmasıdır. Bunun nedeni iktidar partilerinin yalnızca başkalarının yaptığı yolsuzlukları yolsuzluk olarak kabul etmeleridir. Daha doğrusu yolsuzlukların Türkiye’deki siyasiler tarafından milli bir bela olarak kabul edilmemesidir. İktidarlar “Bizimkiler yolsuzluk yapmaz” türünden garip bir anlayışa sahiptirler. Hâlbuki yolsuzluk yapanların gerçek anlamda ahlaki, insani, manevi ve siyasi mensubiyetleri yoktur. Onların yalnız çıkarlarına karşı mensubiyetleri vardır.
Bugün ABD’de yolsuzluk yapmak ya da vergi kaçırmak fahişelikten daha kötü ve ahlaksız bir suç olarak kabul edilmektedir. Karl Kraus bu hususta: “Yolsuzluk fahişelikten daha kötüdür. Fahişelik bir tek insanın ahlakının bozulmasıdır, oysa yolsuzluk tüm toplumun ahlakını tehlikeye düşürür” der. Daha ne desin?