Yok öyle yoğurdun bolluğu
Belirli mihrakların şırıngaladığı fikirlerle kafa karıştıracaksınız, demokrasinin nimetlerinden yararlanıp size bu rahatlığı sağlayan Atatürk’e saldıracaksınız, bir de “Yeniden Osmanlıcılık” diyeceksiniz... Devlet idaresine bunlar hükmedecekse vah ki vah!
Osmanlı Devletinin yıkılıp, yerine küllerinden yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulalı 87 sene oldu..
Oldu olmasına amma, çoğumuzu kapsamasa da bazıları bakımından eski hastalığımız yeniden nüksetmeye başladı...
Neydi bu hastalığımız kısaca ve tek cümleyle hatırlatalım!..
Geçmişte yaşadıklarımızı unutmak ve geçmişte yaşadıklarımızdan asla ders almamak..
Cumhuriyeti tartışmaya açmak
Günümüzde belirli bir merkezden eğitilip topyekun piyasaya sürülmüş bir kısım adem..
Oturmuşlar rahat koltuklara, ellerinde yiyecek ve içecekleri, tam bir geyik havası kıvamında.. Cumhuriyetin ilk on beş senesini
(güya) tartışıyorlar.
Aslında tartışmıyorlar, yerden yere
vuruyorlar.
Bahse konu bu karnı tok, sırtı pek malum cenah, mevcut iktidarın da kendilerini arkalamasıyla, 1938 sonrasının tartışma aşamaları çoktan geride bıraktı...
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi artık 1923-1938 arası da tartışılmaya başlandı.
Denilebilir ki tartışılsın ne mahsuru var?
Elbette tartışılmalı, bizim açımızdan hiçbir mahsuru yok. Ancak objektif olarak ve özellikle o günün koşulları dikkate alınarak
tartışılmalı...
Sanırsınız ki, 1700’lü yıllar ile 1900’lü yılların ilk çeyreği, bazılarına göre tarih sayfasında hiç yaşanmadı. Buna mukabil gökyüzünden paraşütle gelen bir ekip 1923 öncesinin şartlarını oluşturdu!
Osmanlı İmparatorluğunu yıktı, yerine Cumhuriyeti kurdu..
El insaf ki, el insaf!
Sizi gidi pişekarlar
Bunlara ilave olarak, yine AKP’nin yarattığı siyasi iklimde filizlenip günümüzde bir hayli boy atmışlardan; ceddini Türklerin Müslüman olma sürecine kadar dayandırıp bu tarihten öncesinde ise neslini yok sayanlar türedi.
Yok öyle yoğurdun bolluğu!
Hiç kimse kusura bakmasın bu millet kaya kovuğundan türemedi.
10 bin yıllık mazisi olan, tarihe nam salmış, Roma İmparatoruna diz çöktürmüş, şereflendiği andan itibaren İslam’ın bayraktarlığını yapmış, çağ açıp çağ kapatmış, insanlığa medeniyetler sunmuş, Çanakkale’de işgalci yedi düvele kök söktürmüş..
Yeri gelmiş canını vermiş amma, vatanına düşman çizmesinin basmasına izin vermemiş bir milletin torunlarıyız.
Ezcümle Osmanlı da bizim ecdadımız, Selçuklu da, Göktürk de, Hun da..
İşte bunların değerini bilip, beyinlerinin bir yerine yerleştirme zahmetine katlanamayan bazı tetikçi kalemler ile sözüm ona aydınlar.
Döndürüp dolaştırıp:
“Atatürk niye Halifeliği kaldırdı?..”
“Osmanlı İmparatorluğunu niye yıktı?...”
“Niye demokratik davranmadı?..” diyorlar.
Ey laf cambazları, ey Pişekârlar!
Osmanlıyı yıkanlar belli. Kalan bakiyeden yeni bir devlet çıkartanlar belli..
Hem şimdi sizden sadece şu sorumun cevabını öğrenmek isterim.
Atatürk yurt kurtulduktan sonra, padişahlığını ilan etseydi, kim karşı çıkabilirdi?
Hayasızca saldırıyorlar
Dedik ya amaç belli!
Kafalarına belirli mihraklarca şırıngalanan ipe sapa gelmez tarzdaki temelsiz fikirlerle, yüklendikleri görevleri gereği; kafa karıştıracaklar ve o günden bu güne yavaş yavaş ta olsa ilerleyen demokrasinin nimetlerinden faydalanıp, geçmişte çeşitli cefaları çekerek kendilerine bu rahatlığı sağlayan insanlara hâyasızca saldıracaklar...
Yetmeyecek ayrıca, demokrasiyi ve fikir özgürlüğünü (inanmadığınız halde) kullanarak “demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden” dem vuracaksınız. Öte yandan yeniden “Osmanlıcılık” gerçekleşsin diye çabalayacaksınız!!!
Eğer geleceğimiz bunlara kalacaksa ya da devletin idaresine bunlar hükmedecekse..
Vah ki vah!
Öte yandan Türk milletinin enerjisi böylesi sanal gündemlerle tüketilirken, bölücü örgüt mensupları koskoca devleti müzakere için masaya oturtmuşsa!...
Yine vah ki vah!!!
Güç birliği oluşturulmalı
Yukarıda arz etmeye çalıştığım içi boş sığ fikirlere, otoriter yönetim biçimi özlemlerine, özlemcilerine veya PKK ile aleni olarak yapılan müzakerelere ve bunu önleme hususunda basireti bağlananlara artık dur demek istiyorsanız.
Ve
Hepiniz birlikten, beraberlikten ve demokrasiden yanaysanız... “Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği Oluşturmaya” ne dersiniz?
* Harun Kılıç / Bizim Çankırı Gazetesi
+++
Birileri gönderdekini indirmeye çalışadursun, işte bu da Türk gençlerinin ne dağda, ne taşta, ne yerde, ne gökte, ne toprağın üstünde ne denizler dibinde bayrağı dalgalandırmaktan vazgeçmeyeceğinin fotoğrafı... Muğla Üniversitesi Dalış Kulübü Öğrencileri’nden Egemen Özer yollamış; bakın devleti yönetenler ve yönetmeye talip olanlar “Resepsiyona gidip de mi kutlasak, gitmeyip de mi kutlasak” kavgası yaparken, üniversiteliler nasıl kutlamış Cumhuriyet’in yıldönümünü...
+++
PKK’yı aklamak için seferber oldular
Taksimde patlayan canlı bomba, PKK’ya “Kanarya Sevenler Derneği” muamelesi yapan malum medyayı bir telaşa düşürdü ki hiç sormayın... 2 Kasım 2010 tarihli yandaş medya gazetelerinin hepsinin ilk sayfasında olayı “Devrimci Karargâh” örgütünün gerçekleştirdiğine dair muhteşem(!) ipuçları ile vermişken aynı gün İstanbul Valiliğinden yapılan açıklama ile neye uğradıklarını şaşırdılar.
PKK’yı aklama operasyonunda önemli görevler üstlenen birilerinin Taraf’ı olan gazete 3 Kasım 2010 günü ilk sayfasından öyle bir habere imza attı ki akıllara ziyan..
Taraf gazetesi ilk sayfadan verdiği haberde “Emniyet, Van nüfusuna kayıtlı Vedat Acar’ın Devrimci Karargâh örgütü üyesi olduğunu açıkladı” derken aynı tarihli gazetenin 10. sayfasında haberin devamında şöyle denilmekte “Saldırgan’ın Van’ın Gürpınar nüfusuna kayıtlı olduğu belirlendi. Acar’ın Habur’dan üç ay önce Türkiye’ye giriş yaptığı ve eylemi gerçekleştirinceye kadar İstanbul’da Şirinevler’de ağabeyinin üzerine kayıtlı bir evde kaldığı belirlendi. Saldırgan’ın PKK mensubu olduğu belirtilirken eylemle bağlantılı 8 kişi de gözaltına alındı.”
Haberin veriliş tarzı, PKK’yı aklama gayretlerini bir kez daha gözler önüne
sermekte..
* Süleyman Aydın
+++
Şaka yaptım de kalk oğlum
Gülfiye Yutkun, Hakan’ı 1989 asimilasyonundan kaçıp yerleşmeden çok önceleri rüyalarına giren Bursa’da dünyaya getirdi. Hakan ne zaman büyüyüp serpildi, Dumlupınar Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Makine bölümünü ne zaman bitirdi, 1990/1 tertip olarak gittiği Isparta 40.Piyade Alayından ne zaman dağıtım oldu sorsanız Gülfiye’ye; “Gün batımından tan atımına kadar gibi” diyecektir size... Sabahında asker ocağına uğurlanacağı son gece eski vatan Bulgaristan’ı, pehlivan yatağı Deliorman’ı, başı dumanlı Rodop’ları, Tuna boylarını konuştular hep. Sabahleyin babası Zafer, anası Gülfiye, kız kardeşi Özlem’le helalleşip ayrılırken sokağı, evlerini ilk kez görüyormuşçasına bir iyice süzdü. Odasının yola bakan penceresinden kendisini sessizce uğurlayan bayrağa takılınca daldı biraz. Gözlerini ay yıldızlı hane sakininden ayırmadan fısıldadı kulağına anacığının: “Kız ana, bayrağı indirmeyin sakın. Şehit olarak döneceğim eve!” Gurbete, askere giderken bir andaç bırakılır geride. Gidenin yadiğarı aynı zamanda gidenin kendisi olur. Yutkun’ların penceresindeki ay yıldızlı oğul yadigarı da Hakan yerine kondu. Hakan niyetine konuşuldu, sohbetlere ortak edildi, hane nüfusundan sayıldı. Ataları, yüzyıllarca Batı ucunu tuttukları, uğruna can verip kan döktükleri mülkün gün gelip Doğu ucunda can verecek torunları Hakan’ı düşlemişler midir bilinmez... Göçmenler Balkan’dan, Tuna boylarından özlemle söz açıp saatlerce konuştuktan sonra; “Burası son vatan. Son ocak burası. Başka gidecek yer yok” diye bitirirlerdi sözü. Vatan kaybetmenin acısını tadan göçmenler son vatan için son olarak yapılması gerekeni söylemeseler de kızanlar bilirdi lazım geleni... Son vatan için lazım geleni yapan Hakan’ın kısmetinde ecel şerbetini ataları gibi Tuna boylarında değil, Hantepe’de içmek varmış. Gülfiye’nin gündüz hayalinden, gece düşünden çıkarmadığı, uf demesine kıyamadığı Hakan’ını arkadaşlarının bayraklarla süsledikleri Osmangazi Hamitler Mahallesi’ndeki baba hanesine getirdiler öğle vakti. Anacıklarına şaka yapar evlatlar bazen. Hasta numarasıyla of derler, iş derler. Şaka olduğunu bilse de içinden, derinden bir yanma hisseder ana... Acısına dayanamadığı kuzusunun, yarasını, beresini öper, sevgiyle tımar eder... Gülfiye’nin kızanı şakayı fazla sürdüremez, fırlayıp kalkıverirdi her seferinde. Al bayraklı tabutla son gelişi de şaka sanıp ana diliyle seslendi kızanına: “Kınalı kuzum, yavrum, ben seni askere ne şekilde uğurlamıştım. Ben sensiz nasıl yaşayacağım! Ne olur “Şaka yaptım”, “Anne bayılmışım” diyerek kalk. Yalvarıyorum kalk!” Şakayı uzatma niyetiyle yatsa da her seferinde anacığına kıyamayıp doğruluveren Hakan’ın o günkü şakası çok uzun sürdü. Gülfiye, lüzumundan fazla uzatsa da günü geldiğinde şakayı kesip Hamit Dede Şehitliğinden dönecek kızanını bekliyor hala
haberiniz olsun...
* Av. Hüseyin Özbek
+++
‘Devletin bir bölümü(!)’
Devletin bir bölümü demek ile Öcalan hangi devlet kurumları veya kuruluşlarını kast etmeye çalışıyor. Önce barışçıl veya savaş ile bile bölünmeye rıza göstermeyen kuruluşları sayalım. Ordudan şimdiye kadar yapılan tüm açıklamalarda “Ordunun taraf olduğu, PKK ile sonuna kadar savaşılacağına dair çok sayıda açıklamalar oldu.
Demek ki, devletin bir bölümü deyince kast edilen ordu değildir.
Devletin bir bölümü olarak görüşmeleri yapan MİT’i de anlamayız. MİT sadece devletin bir kuruluşudur. Devletin bir bölümünü, hele hele bölüm diyecek kadar bir kısmını hiç temsil etmez.
Aslında Öcalan devlet içindeki bölünmüşlüğü tespit ederken, bölünmenin öteki kısmını, yani bölünmeye kaşı olan kısmını da gördüğünü anlatmak istiyor. ”Diyalog sürecinden, müzakere sürecine“ geçildiği tespitini yaparken her türlü bölünmeye karşı olanların, susturulmuş olmasına karşın hala çok kuvvetli olduğunu biliyor.
Diyelim ki, devletin her kurumunun içinde hem bölünmeden yana olanlar var. Hem de bölünmeye karşı olanlar var. Ama bölünmeye karşı olanlar susturulmuş onların sesi çıkmıyor. Örnek; Ordunun generalleri sustu diye ordunun tüm subayları konuşmayan komutanları gibi mi düşünüyor. Bunun böyle olmadığını 1908 Devriminden biliyoruz. Selanik’teki Harekat Ordusunun İstanbul’daki Osmanlı Ordusunun bir parçası olmasına karşın, susan Osmanlı paşalarının aksine hareket edebilmişlerdir.
Susanların ya da susturulanların, ilelebet susacakları diye bir şey yoktur.
Hiçbir devlet barış yolu ile
bölünmez. Devletler savaşsız bölünmezler.
Tarihin bize öğrettiği önemli bir hususu daha hatırlatarak noktalayalım.
Barışçıl bölünme olmayacağı gibi, işin kötüsü, devrimin dışında artık barışçıl bütünleşme de görünmemektedir. l Bülent Esinoğlu
+++
Paran kadar yaşa
Ankara Büyükşehir Belediyesi 600 bin konut sahibine “Evinizin önünü asfaltladım” diyerek evin metrekaresine göre tahakkuk makbuzu yollamaya başladı.
Asfalt dökümü adı altında 400 ila 1500 TL arasında para istiyor.
Taksitlendirme yapmış, Kasım ayı sonuna kadar peşin ödeme yapanlardan %25 indirim yapılacakmış. Hiç ödeme yapmayanlar için tapularına ihtiyati tedbir koydurmak sureti ile mahkeme yolu ile haciz kararı alacakmış. Gecikme cezası mahkeme masrafı da cabası.
Sosyal Devlet anlayışı bu!
Paran kadar yaşayacaksın, paran yoksa yaşama öl.
Belediye gelirleri yetmiyor herhalde vatandaşın cebinden elleri çıkmıyor maşallah. Ankara’da oturanlar, ev sahibi olanlar “bana gelmedi” demeyin; tapu dairesine gidin sorun muhakkak size de tahakkuk makbuzu kesilmiştir.
* Nihal Tabak
+++
Halkımız birinci 12 Eylül ile apolitikleştirilmişti. Şimdi ise ikinci 12 Eylül ile
APOlitikleştirilmeye çalışıyor!
* Engin Balım
+++
MİNİ YORUM
Fakat Oğuzlar’da devlet...
Hemen her gün kendi gazetemizde ilanı çıkıyor; okurlara tavsiye ediyoruz ama kendimiz gidebilmiş değildik Esat Kabaklı’yı dinlemeye.... Nihayet kırdık dümeni Sultanahmet’e. Türkistan Aşevi’nin menüsünü de bilenler bilir ya, o bile yarışamıyor Cuma akşamları sunulan “türkü ziyafeti”yle. O gece istek üzerine Dede Korkut’u iki kere okudu Kabaklı. “Oğuzlar’da devlet ; olmaz dedikodu ile...” sözlerine gelen alkışa bakınca halimizin aynası olduğu için olsa gerek bu kadar istek...