Yiyin efendiler, yiyin!
Erdemli insan, halkın hakkını gasp edenlere karşı hoşgörüyle bakamaz. Erdemli insanın değil dostları arasında, ’merhaba’dediği insanlar arasında bile rüşvetçiler, dolandırıcılar, hırsızlar yoktur. (Hırsız derken; tatlıcıdan baklava çalan çocuğu kastetmiyorum.) Ne acıdır ki, insan türünün bu gönlü çorak tiplerinin sayısı 1980’den sonra çoğaldı; çalma yöntemleri gelişti. Banka ’hortumlama’larından tutunuz da ’Allah ile aldatarak’ camide soyguna kadar pek çok yöntem buldular. Doğrudur; çoğu adaletin pençesine düşüyor; ancak kısa süre sonra onları toplum içinde yine görebiliyoruz.
Devlet hizmetinde bulunmuş veya bulunuyor. Geliri belli. Aileden önemli bir miras da yok. Ama aynı insan öldüğünde, dudak uçuklatacak bir ’miras’bırakabiliyor; hatta çocukları o kirli mirasın paylaşım kavgasını bile verebiliyor.
Ya siyaset sahnesindekiler? Gerekçe hazır: “Siyaset para istiyor” muş! Düşünmek gerek; Tanrı’nın bile ’affetmediği’kul hakkı olan para ile sen nasıl siyaset yapabilirsin? Ne acıdır ki sözde dinî duyarlık taşıyan siyasetçiler ’haram’ parayı amaçları için ’helal’görebiliyorlar. “Kayıp trilyon” lar... Sadece fakir-fukaraya, “garip-gurebaya” el uzatması; feneriyle onların yolunu aydınlatması gereken kuruluşların, seçim zamanı partilere el altından destek vermesi... İktidar partilerinin seçimlerde ’rahat’olabilmeleri için ’kendi zenginini’yaratma çabasıyla yaptıkları ihale oyunları... Ve daha neler, neler!
Kuşkusuz bunlar Makyavel’in ’müritleri’dir. Ne var ki; Makyavel amaç için kirli yolları doğal görüyor ama; Mahatma Gandi “Kirli yollarla ancak kirli sonuca varılır” diyor. Hintli bilge doğru diyor; rızasız para ile halktan gasp edilen maddi olanaklar ile siyasette temiz, güzel sonuç alamazsınız. Alamazsınız; çünkü; yüksek ülkülere haram lokma yiyenlerle varılamaz! Doğru fikirler yanlış insanlarla savunulamaz!
Ve bir öykü...
Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır... Talat Paşa, Sadrazam (Başbakan)dır... İstanbul halkı buğday unundan ekmeğe hasrettir. Beyaz undan ancak hastaneler için ekmek yapılabilmektedir. Tüm İstanbulluların yedikleri; çavdar, darı, arpa karışımı kara-siyah ekmektir. Sadrazam Talat Paşa’nın evine de bu ekmek girmektedir.
Bir gün İstanbul Şehremini-Şehiremini (Belediye Başkanı) Sadrazama ’jest’olsun diye bir sepet dolusu beyaz ekmeği Talat Paşa’nın evine gönderir. Talat Paşa akşam eve gelip sofraya oturduğunda ekmekler gözüne çarpar. Eşine: “Hayriye bu nedir?” diye sorar Hayriye Hanım, Şehremini Beyefendinin gönderdiğini söyler. Bunun üzerine Talat Paşa “Bilir misin Hayriye, hasta olmadığı halde bu beyaz ekmeği yiyenlerin alnına kara bir leke yapışır. Sen o kara lekeyi göremezsin, ama tüm insanlar görür!” dedikten sonra ekmekleri geldiği yere gönderir. Ve o Talat Paşa ki; kendi isteğiyle azalttığı Sadrazamlık-Başbakanlık maaşı evini geçindirmeye yetmeyince, saatini rehine bırakıp borç alan insandır. (İliştiri: İttihatçılar bilgisizdiler; acemi siyasetçiydiler; büyük yanlışlar yaptılar; ama hepsi de dürüst insanlardı. Devlet-kamu malını çalmadılar; çaldırmadılar.)
Şu da bir gerçek ki; adil paylaşımın olmadığı, emeğin alabildiğine sömürüldüğü bu düzende ’temiz’kalabilmek gerçekten zordur. Vahşi kapitalizmin daralttığı oyun alanında, oyunu -geçim derdi için- faullerle sürdürmek zorunda kalanları da anlıyorum. Onun içindir ki, bu devirde ’temiz’kalabilmiş insanları evliyanın makam ortağı sayarım!
Haftaya buluşmak dileğiyle esen kalın.