Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ
Özcan YENİÇERİ

Yıpratılan kurumlar ve iktidar

Sokrates, “Devleti ya bilgeler yönetmelidir, ya da devleti yönetenler bilge olmalıdır” der. Yani her şart altında ahlaki, ilmi ve insani vasıflarla donatılmış insanlara ülke yönetiminin bırakılması gerektiğini söyler.
Bilge olduğu sanılarak devletin başına getirilenler, gerçekte böyle değil de cahil ve kötü niyetli çıkarlarsa onların kötülüğünden devleti ve toplumu nasıl koruruz? sorusunu da “Öyle bir yapı meydana getirilmelidir ki bu yapı, devletin başına kim gelirse gelsin (hain biri bile gelse) topluma hayırlı ve yararlı işler yapmaktan başka bir yol bulamasın” der. Bir anlamda iktidar erkinin hata yapma ihtimaline karşı toplum, bu uygulamalardan kurumsal yapılar tarafından korunacaktır. Günümüzde kuvvetlerin ayrılığı ve hukuk devleti gibi kavramların amacı da budur.
Binlerce yıl öncesinden bugüne kurumların ve yapıların toplum hayatı bakımından ne kadar önemi haiz olduğuna düşünürler hep dikkat çekmişti. Nitekim on yıl öncesine kadar Türkiye siyasetinin önde gelen aktörleri de kurum ve yapıların yıpratılmamasına özel bir önem atfetmişlerdi. “Kışlaya, okula, camiye ve adliyeye siyaset sokulmamalı” vurgusu bu hassasiyetin sonucu olarak o dönem siyasetçileri tarafından sık sık ifade ediliyordu.
Devlet de özünde kanun, kurum, kural ve ilkeleriyle örgütlenmiş siyasi iradedir. Bu anlamda çiğnenen yasa özünde çiğnenen devlet yahut yıpranan kurum da gerçekte yıpranan devlet demektir.
Bu çerçeveden Türkiye’ye bakıldığında AKP’nin, iktidar mekanizmasının başına geçtiği 2002 yılından bugüne kurum, değer ve kavram yıpratma makinesi gibi çalıştığı görülür. Anayasadan yüksek yargıya, TSK’dan YÖK’e, spordan eğitime yıpranmayan, şaibeli hale gelmeyen kurum kalmamış gibidir. Günümüzde insanların aklına Ordu denilince “darbe”, spor denilince “şike”, medya deyince “yandaş”, eğitim denilince “şifre-kopya” kelimeleri akla gelmektedir.
Öncelikle iktidar, medyanın yandaş kesimini, kayıtsız-şartsız olarak kendisine tabi kılamadığı kurumları yıpratıp, örseleyip, hırpalayıp gözden düşürmekte kullandığı tespitini yapmak gerekir. Ardından da iktidar kamu oyu önünde itibar kaybeden, değersizleştirilen ve önemsizleştirilen bu kurumları bir biçimde yandaşlaştırdığını görmek lazımdır. AK Parti, bugün TRT’den HSYK’ya, YÖK’ten Diyanete, eğitimden camiye, emniyetten adalete kadar bütün kurumları adeta partileştirmiştir. Kurumların yandaşlaştırılması yoluyla iktidar, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde olmadığı kadar devletleşmiştir.
Yüksek Askeri Şûra öncesi yaşanan krizleri bu bağlamda düşünmek gerekir. Dikkat edilirse son yıllarda Ağustos ayı gelince (askeri şûra toplantısı öncelerinde) Türkiye’de kriz çıkması ya da çıkarılması bir gelenek (teamül) halini aldı. Her nedense de çıkan krizler, iktidarın terfi etmesinde sakınca gördüğü ya da emekliye ayrılmasında yarar addettiği askerlerle ilgili oluyor. Yine her nedense tutuklama ya da yakalama kararları YAŞ toplantılarının hemen öncesinde çıkıyor ya da çıkarılıyor. Böylece akıl dışı, objektif ve rasyonel olmayan iddialarla sakıncalı görülen komutanlar bir biçimde tasfiye ediliyor. Bu bağlamda “Ergenekon”, “Balyoz” ve “Andıç” adlı, başı, sonu belli olmayan davalar, bizzat iktidar tarafından hukuki ya da yasal gereklerinin dışına çıkartılarak Yüksek Askeri Şûra kararlarını etkilemekte kullanılıyor.
Türkiye’de hiç kimse, -küçük bir marjinal jakoben grup hariç- “darbeci”, “cuntacı” ve “vesayetçi” değildir. Akıl sağlığı yerinde olan hiçbir kişi de yine yasalar tarafından değil de silahlar tarafından yönetilmesini istemez. Ülke yönetiminde dokuz yıldır mutlak söz sahibi olan iktidar hâlâ topluma “darbe” korkusu servis ederek baskıcı ve hukuksuz icraatlarına gerekçe yaratmaktadır.
Bugün Türkiye’de AKP iktidarı aleyhine olacak biçimde yayın yapan medya müfettişler ordusuyla susturulmakta, yandaş olmayan ya da muhalif tavrı olan gazeteciler içeri tıkılmakta, iktidar yanlısı kişileri dinleyenler sorgusuz sualsiz tutuklanmaktadır. Muhalefeti toptan izleyen, gözleyen ve kayıt edenlerin izine ise bir türlü rastlanamamaktadır. TSK’ya yönelik olarak yürütülen alçakça kampanyalar ise görmezlikten gelinmektedir. Bütün bu olup-bitenler ilginçtir. Size de ilgi çekici gelmiyor mu?

Yazarın Diğer Yazıları