Yıpranan kurumlar değil toplumdur!
Yığınları toplum, toplumları millet yapan dört temel öğe vardır. Bunlar; ilmiye sınıfını temsil eden eğitim, adalet dağıtan yargı, maneviyat aktaran din ve bağımsızlığın teminatı askeri kurumlardır. Bu unsurlar, milletleri var eden çadırların orta direkleridir. Bu direklerin çökmesi halinde milleti koruyacak başka bir faktör bulmak mümkün değildir.
Devlet soyut bir mekanizmadır ve varlığını sahip olduğu bu kurumlardan alır. Kurumları sağlıksız bir devletin kendisi de sağlıksızdır. Eğitimi, yargısı, güvenliği ve kültürü ile onların dayandığı kurumları sağlam olan bir ülkenin gelecek kaygısı duymasına gerek yoktur.
Kurumlara güveni sarsmak!
Bu sebepledir ki dünyanın her yerinde ülke işgalci ve yıkıcıları, işe ilk önce o ülkeye vücut veren bu tür kavram ve kurumları tahrip etmekle işe başlarlar. Bir millete var olma iradesini veren en önemli unsurların başında bu saydığımız eğitim, adalet, din ve askeri kurumlarına olan güven gelir. Şer güçler bu kurumlara olan güveni yıkmak için ellerinden gelen her yola başvururlar.
Bu sebepledir ki, toplumların özgürlük, gelecek ve refahları, sahip oldukları kurumların sağlıklarıyla doğrudan ilişkilidir. Eğitim, adalet, savunma ve maneviyat fukarası bir toplumda yaşayan insanların mutlu olduklarını düşünmek de mümkün değildir. Bu bakımdan sözü edilen kurumları hırpalamak, örselemek ve saldırı hedefi yapmak dost işi değildir.
Bugün Türkiye’de birbirini tamamlaması gereken bu kavram ve kurumlar birbirleriyle çatıştırılmaktadır. Moral ve psikolojik bakımdan ülkenin en önemli sorunu da bu noktada başlamaktadır. Ülkemizde bugün devlet kavramı ile demokrasi, barış kavramı ile güvenlik, din kavramı ile laiklik, insan hakları kavramı ile vatanseverlik bu nedenle karşı karşıya getirilmektedir. Bu kavramların birbirine karşı kullanılması kaos ve anarşiye davetiye çıkarmakla eşdeğer bir durumdur. Böyle tartışmalar ancak millet ve devlet düşmanları tarafından çıkarılabilir.
Kavramları karşı karşıya getirmek!
Devletin olmadığı yerde kâmil manada ne din, ne demokrasi, ne barış, ne de insan haklarının olamayacağı ortadadır.
Devlete, dine, milliyetçiliğe, ideallere ya da aile kurumuna saldırmakla demokrasiyi, laikliği, insan haklarını ve barışı sağlamak mümkün değildir. Tersi de doğrudur. Devlet ile demokrasiyi, milliyetçilikle insan haklarını, dindarlık ile laikliği bir çeşit “bileşik kap” olarak görmek, yani biri azalmadan diğerinin artmayacağını sanmak en büyük yanılgıdır. Esasen bu kavram ve kurumlar arasında sistem ve alt sistem ilişkisi vardır. Bu faktörler ancak birbirini tamamlar. Birisinin tam ve mükemmel manada var olmadan diğerinin işlevini tam olarak yerine getirmesi mümkün değildir.
Yığınları millet yapan temel kurumlar ve kavramlar konusunda toplumun her kesiminin belirli bir saygı ve fikir birliği içinde olması gerekir. Hâkimi, öğretmeni, imamı ve askeri örselemek gerçekte toplumun geleceğini örselemektir. Siyasi amaçlar uğruna adliye, cami, okul ve kışlayı tartışmaya açmak, tarihe ve topluma ihanettir. Diğer yandan devleti, demokrasiyi, dini, milliyetçiliği diğer kavramlarla takas etmek, milletin istiklal ve istikbalini mahvetmek demektir. Haince gündeme konan bu tür gayretler, tek cümleyle milleti ve geleceğini hasara uğratma faaliyetleridir.