“Yılanın Kış Güneşi...”
“Bir şahsın daha ne olduğu kanıtlanmamış, ortada ne olduğuna dair delili bile olmayan bir düşünceye, fikre körü körüne bağlanmasına taassup denir”. Bir nevi bilinçsiz şekilde hareket etmektir. Arapça kökenli olup “bir topluluğa, gruba sıkı sıkıya bağlanma” anlamında kullanıldığı gibi “fanatik”lik de söz konusudur. Taassup sahipleri ile yollarım kesişmez. Ancak hastalık derecesinde ilerlediğini görmekten üzüntü duymaktayım. Günlük hayatımızda taassuba kapılanlarla hergün karşılaşıyoruz. Laf aramızda meslektaşlar arasında da yaygındır. Siyasette gırla gider. Din de pazarlama metodudur. Dayanışma duygusunun çok ötelerine uzandığı için kelimesinden bile hoşlanmıyorum. Yine de bugün çuvaldızı kendimize yani gazetecilere batırmak durumundayım. Bir çocuğun ana rahmine düşüp doğumuna kadar olan süreçtir dokuz ay... Suçları sadece inandıkları doğruyu yazmak olan Odatv mensuplarıın yargılandığı dava aç-kapa ile ertelendi. Redd-i hakim talebi çok önceden yapılmasına rağmen yargı heyetinin çekilme kararını önceden açıklama yerine duruşma gününde kararı bir üst mahkemeye bırakarak hukuk hatası yaptığı görüşü ağır basıyor. Dile kolay dokuz ay hakim karşısına çıkmak için bekleyen on iki tutuklunun kimlik tesbiti bile yapılmadan bir aylık erteleme... Basın ilk defa bu konuyu rutin dışına çekerek önemli haber sınıfına koydu. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’ın tutukluluk süresi üç yılı aştı. Tuncay’ın kızı büyüdü reşit oldu. Mustafa’nın kundakta bıraktığı neredeyse okula başlayacak.
Bu duruşmanın en önemli özelliği dünyanın çeşitli ülkelerinden yabancı gazetecilerin gelmiş olmasıdır. Uluslarararsı gazeteci derneklerinin destek amacıyla Türkiye’ye gelişleridir. Sözkonusu kuruluşların hiç biri bugüne kadar Silivri’deki duruşmaları izlemedi. Silivri’de yargılanmakta olan Balbay ve Özkan’a destek açıklaması yapmadı. Bana göre aynı kuruluşlar Odatv için de gelmedi. Yani Soner Yalçın, Barışlar, Doğan Yurdakul ve Müyesser Yıldız Uğur umurlarında bile değil. Varsa yoksa Ahmet Şık ve Nedim Şener... Aslında Nedim Şener’den ziyade Ahmet Şık için geldiler. Nitekim aynı davadan tutuklu olan Prof.Dr. Yalçın Küçük isyan edercesine “Bu dava Şık-Şener davası değildir” diye haykırmak zorunda kaldı. Eğer sözkonusu basına uygulanan şiddetli baskı, gazetecilerin tutuklanması olsa Çağlayan Adliyesini dolduran yüzlerce gösterici Silivri’ye de giderdi, ama yerlisi yabancısındaki taassup Şık-Şener ikilisi için geçerli...
Ahmet Şık’ın yazdığı ve yayından önce el konulan kitabına yüz kişi önsöz yazmış. İnternette dağıtılan basılmamış kitabı okudum. doğrusunu isterseniz yeni ve bilinmeyen bir şey bulamadım. Nitekim yayınlandı, bir ayıptan kurtulduğumuzu zannediyordum. Lakin bu defa taassup ayıbı ile karşılaştık. Yüz ayrı isim Şık’ın kitabına imza koydu. Oysa iki yıl önce yazdığı “Türk’ü Tasfiye Projesi: Yüzyılın Hesabı” adlı dev eserden bahseden tek kişi yok. Evet; aynı davadan tutuklu tek anne Müyesser Yıldız Uğur da okyanusun ötesinin, berisinin planlarını bu kitapta ifşa ettiği için hapiste. Yıllarca bir hayat emaresi bulabilme umuduyla buz dağlarına tırmanıp buzlar üzerine yazılar kazıyan Müyesser’in düşüncelerine kelepçe vuramadılar. Silivri’den terör faaliyetine devam ediyor. “Yılanın Kış Güneşi” adını verdiği kitap Togan Yayınlarınca basıldı. “Tecavüzcümle evlenmek istemiyorum” diye bas bas bağıran Müyesser’in sesini duyan uluslararası gazeteci var mı? Onun kitabına imza atanların sayısı iki elin parmağını geçmiyor. Aldıkları devlet yardımları ile cemiyeti emekliler kahvesi haline getirenlerle, Şık ve Şener için “Platform” oluşturanların samimiyetlerinden şüphe duyduğumu da belirtmekte fayda görüyorum.
Sözkonusu hukukun üstünlüğü ve masumiyet karinesi ise büyük bir bölümü digital terör ile üretilen sahte delillerle dolu Balyoz davası başladı. 2 Aralık’ta talep duruşmasıyla sona erecek. İdeolojik yahut meslek taassubu olmayan kaç gazeteci demokrasi ve özgürlükler adına bu davayı izleyecek bakıp göreceğiz. Dahası orada olup tarihe not düşeceğiz.
Banu Avar “Müyesser bir çığlıktır, içimizde büyüyen... Ve bir tokattır suratlarına inen!.. ‘YILANIN KIŞ GÜNEŞİ’ hiç bir çılgının Müyesser’e zincir vuramayacağının kanıtıdır... Bedenlere vurulan zincirler bir gün kırılır, beyinleri zincirlenmiş çılgınlar, ebediyen tutuklu kalacaklardır...” diyor.
Bacımın bedeni tutsak ama aklı her zamanki gibi dışarıda. İlk kitabı 100 Yılın Hesabı-Türk’ü Tasfiye Projesi’nden sonra Türkiye son kavşağa sokulurken demir parmaklıkları delen gözleriyle her adımı tarihe not düştü. Neler demek istediğini 1 ay çok değil 1 yıl sonra daha iyi anlayacağız.
Gazi Nutuk’ta “Kış görmüş yılana Rabbim güneş göstermesin”i hatırlatmıştı. “Yılan’ın Kış Güneşi”ni mutlaka okuyun.