"Yeni Türkiye" şeyhlere emanet

Az sonra okuyacaklarınız herhangi bir tarikatın, cemaatın sohbetlerinden alıntı değil... Kendisini, inançla bağlı olduğu gruba mürit kazandırmaya adayan, bir nevi misyoner faaliyet yürütenlerin “ikna broşürleri, metinleri, kitapçıkları”ndan da değil... Az sonra okuyacaklarınızı Türkiye’de bir gazetenin içinde, ücretsiz olarak dağıtılan dergiden aktarıyorum.
Haşin bakışlı bir zatı muhterem fotoğrafı ile süslü sayfada alt alta konulmuş iki yazıdan ilkinde “İrşâd” ve “mürşid” kavramları üzerine bilgilendirilmiş(!) okur. Parantez içi ünlem koyma ihtiyacı duydum çünkü normalde , “Doğru yolu göstermek” ve “Bir şeyhe bağlı, onun yolunda ilerleyen, tasavvuf yollarını öğrenen kimse” diye “birer cümle” ile tanımı mümkün olan bu kavramlar oralarından buralarından çekiştirilerek neredeyse “mecburi hizmet şartları”na dönüştürülmüş. Yazının referansı kimi surelerden yapılan “cımbızlama”lar olunca, okuyanda “bu sisteme dahil olmazsan cehennemliksin” korkusu yaratan garabet bir metin çıkmış ortaya. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır dememişler ama, demiş kadar olmuşlar aşağıdaki satırlarla:
“Hakikatte insan şu iki yoldan birinin yolcusudur: Birisi Allah Teala’nın nimet verdiği insanların (Fatiha,7); diğeri, gazaba uğrayıp, dalalete düşenlerin yolu.(Fatiha,7) İlk mürşid Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Kuran’ı Kerim’dir. Hayrı ve şerri yaratan Allah Zülcelal Hazretleri, kulların hayırda olmalarına razı; şerde ve küfürde olmalarına razı değildir. (Zümer,7) Şer kuvvetler olan nefis, şeytan ve dünya vazifesini yaparken, bu tür düşmanlara karşı kullanacağımız silahları, strateji ve taktiği, ilahi iradeye uzanan gönül erlerinden, yani gerçek mürşid-i kamillerden öğrenmeliyiz. Mürşid (şeyh); asaleten ‘İnsan-ı Kamil’ olan Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) vekalet eder. Yaratılışındaki firaset ve sahip olduğu ilmin derecesine göre müridin kalbi ve mizacındaki sertliği, fesadı yavaş yavaş gidermeye çalışır...”
Allah ile aldatma işinin ne derece çığrından çıktığını idrakta zorlanan varsa başa dönüp bir daha okusun.
Bir gazete, bu ülkenin kurucusunun “her şeyi öğrettim ama uşaklığı öğretemedim” dediği bu millete “Tamam Kuran’ı Kerim Müslüman’ın yolunun ne olması gerektiğini anlatıyor ama, senin anlamaya aklın ermez, aklın erse anladığını hayatına uygulamaya iraden yetmez” diyor. “Sen kendi başına bir hiçsin, kendi kendini terbiyeden acizsin, bir şeyhe teslim olmazsan nefsine, şeytana yenilirsin” diye psikolojik operasyon yapıyor. Şeyhlere, şıhlara özendiriyor...
Neden mi?
Çünkü din, vicdan, ruh ve hatta bedenin sömürüsü tam da burada başlıyor. Kişi kendini -baksanıza yazıya- peygambere vekalet ettiğini iddia eden birinin ağzından çıkacak olana adarsa ne döndürebilir ki artık onu o yoldan?
Akıl mı!.. Bilim mi!.. Kanun mu!.. Ve hatta din mi!.. Belli ki din adına, dini kullanarak, dinin üzerinde yeni bir otorite inşa etmenin hazırlığında birileri, zemin hazırlanıyor.

***


Gelelim ikinci yazıya. Tam teslim olmamız gereken “Mürşid-i kâmil”in özellikleri sıralanmış burada da...
Maddelerden bir tanesi çok dikkat çekici. Deniyor ki;
“ Ziyaretine gelen herkes, büyük-küçük, genç-ihtiyar, hatta devlet reisi bile olsa elini öpmeye mecbur ve hayır duasını niyaz ile mesrur olurlar. (Miftahül Kulüb s.8-47)”
Dikkat edin “Hatta devlet reisi bile olsan mecbursun elini öpeceksin” ...
Artık bağlı bulunduğun şeyhin huyuna, suyuna, itikatına göre elle de kalmaz eteği de girer işin içine belki...
Sakalında keramet varsa; devlet reisi bile olsan ona yüz süreceksin...
Şifadır; güç, kuvvet, ilham verir, devlet reisi bile olsan müridi olduğun şeyhin itikadına göre belki ayağını yıkadığı suyu içeceksin...
Sonra da gelip başında olduğun ülkede “ileri demokrasi”yi ihdas edeceksin, “tam teslim” halinle özgürlükçü olacaksın, kendin “biat halindeyken” milleti egemen kılacaksın!
Devlet reisinin dahi müridi olduğu şeyhin sözünün üstüne söz söyleyemediği bir düzende nizam ne ile sağlanacak peki; hangi hukukla?
Fermana mı tabii olacak “bağımsız yargı”nın verdiği hükmün uygulanıp uyulanamayacağı!
Sizden önce ben kınayayım kendimi... Hepimizin yerine düşünecek, hepimizin yerine en doğru kararı verecek, bizi düşünmek, ortaya irade koymak gibi zahmetli, külfetli, yerine göre bedeli ağır tehlikeli işlere bulaştırmayacak böyle yüce gönüllüleri bulmuşuz, bir de nankörlük ediyoruz değil mi!
Kaçırırız tabii saadet asrının biletini!

***


İsteyen şeyhe teslim eder iradesini, isteyen şıha beni hiç ilgilendirmez ama, bir gazetenin böyle pervasız bir toplum mühendisliğine girişmesi, ileride hepimizi yakından ilgilendirecek bir zihniyet karşı-devriminin habercisi...




Meçhul “soytarı”

Mümtaz’er Türköne Zaman’da “Türkiye’nin elitleri değişiyor. Elbette sanat anlayışı da değişecek. (...) Eski elitlere hizmet ederek icra-i sanat eyleyen sanatçılar kusura bakmasın. Artık toplumda bir karşılıkları kalmadı... Aristokratlar tarih sahnesinden çekilirken yanlarında kendilerini eğlendiren sanatçılarını da götürürler.” yazınca Ertuğrul Özkök şöyle karşılık verdi dünkü Hürriyet’ten:
“Eski devlet için kurşun atmak şerefliydi; şimdi yeni devlet var, onun için kurşun atmak da hem kutsal bir vazifedir hem de farzdır.
Atışa devam...
Ha, bu arada “sanatçının” yeni sıfatı da tenzili rütbe ile “aristokrasinin eğlendiricisi” haline indirilmiş, ne fark eder.
“Soytarısı” demediğine dua edin.
Helal olsun sana mümtaz arkadaş.
Memleketi mermi manyağı yaptın...
Şerefli avcı, şimdi aristokrasi ve soytarı avında.
Bu defa, aristokrat ve soytarı kellesi getirene ödül de var.
Eski Türkiye’den, 3 aristokrat soytarı kellesi getirene, yeni Türkiye’den muhafazakâr bir sanat eseri bedava...”
Velakin erken sevinmiş Özkök...
Çünkü “dua edin demedi” dediği “soytarı” dün Türköne’nin yazı başlığıydı:
Kralın soytarıları!
Tiyatrocuları “soytarı” yaptın anladık da “öldü” dediğin “kral” kim onu da açık açık yazasaydın ya, “yaşasın yeni kral” diye neredeyse havada çift takla, ters/düz parende, üç burgu, beş salto attığın yazıda!
Ha bir de ortala zekamla şunu tam idrak edemedim; şu satırları nasıl bir mekanda yazdın acaba:
“Gücünü, şöhretini ve geçimini iktidarın dizi dibinde icra ettiği sanatından elde edenlere Kralın soytarıları diyoruz.
Saray ahalisi işsiz-güçsüzdür. Can sıkıntısı içinde bunalıp dururlar. Onları eğlendirmek ve can sıkıntısından kurtarmak mühim bir iştir. Soytarılar bazen bir espri makinası, bazen de bir feylesoftur. Hiç küçümsenemezler. Duruma bakar, nabza göre şerbet verir. Sanatını icra eder. Bir sanat dalı olarak bu mesleğin ayırt edici vasfı, iktidar sahiplerini eğlendirmek, mutlu etmektir.”
Gözünle görmüş gibi, bu kadar net tarif edebildiğine göre bir hayli ayna olmalı
etrafta!..




Darısı sizin başınıza

Nazlı Ilıcak, “Darbelerin yargılandığı bir dönemden geçerken, herkesin özeleştiri yapması gerekmiyor mu?” diye sorup, “sol” cenahta bunu yaptığını iddia ettiği Halil Berktay, Hasan Cemal ve Murat Belge’ye takdirlerini göndermiş.
Mesela Berktay’ın Taraf’taki “ilk kurşunu Maocular attı” yazısını okurken “İşte” demiş hanımefendi; “Gerçeği telâffuz etmeye cesaret eden ve maziyle yüzleşen bir solcu”.
Artık sosyalist olmayan Belge, artık devrimci olmayan Cemal yahut artık Aydınlıkçı olmayan Berktay için bunları söylemek neden “kahramanlık” olsun ki! Şimdi dahil olmadıkları bir grubu, bir fikri yaftalamak kolay... Bu “itirafları” o kimlikleri taşırken yapabilselerdi, işte o zaman “cesaret” ten bahsedilebilirdi...
Hem madem bu denli kutsuyorsunuz “maziyle yüzleşme”yi; siz neden yazmıyorsunuz kendinizi. Belki biz de sizi alkışlarız, başarabilirseniz geçmişinizle yüzleşmeyi...



BASINDAN SEÇMELER



Basın özgürlüğü ayıbından kurtulmanın mucize yolu...

Hep “geriye doğru giden ileri demokrasimiz”, Freedom House örgütünün önceki gün yayınlanan son raporuna göre basın özgürlüğünde 197 ülke arasında 117’nci sırada yer bulabilmiş...
Yüzden fazla gazeteci cezaevinde...
Gazeteciler hakkında açılan dava sayısı 10 bini sollamış...
Tüm yasalar, gazetecileri içeri tıkmak için hazırlanmış...
Basın-İş Yasası tarihe karışmış...
Medya, siyasetin ve sermayenin müdahalelerine direnecek gücünü yitirmiş...
Buna rağmen 80 ülkeyi geride bırakmışız!
Tek sorun, sıralamada her yıl biraz daha geriye gidiyor oluşumuz...
Bunu önlemenin bir yolu var aslında:
Bütün gazetecileri içeri tıkıp, 197 ülke arasında sonuncu olalım!
Sonra her tahliyeyle hızla yükselmeye başlayalım..
Böylece, iktidarımız da “basın özgürlüğünü geliştiren bir iktidar” olsun... (Sayın Başbakan, vallahi şaka yaptım... Lütfen ciddiye almayın!)
Mustafa Mutlu / Vatan




ABD merkezli Freedom House’un yayınladığı özgürlük raporunda Türk basını “kısmen özgür” kategorisine konulmuş. “Kısmen” kısmı “yandaş basın” olsa gerek...
Haldun Ertem / Milliyet (Açık Pencere)




Yeni Şafak cezaevi mi dinliyor?

Yeni Şafak’ta “Karadayı da gelecek mi?” başlıklı bir “haber” vardı. Güya 28 Şubat operasyonuyla tutuklanan Çevik Bir ile koğuş arkadaşı İdris Koralp’in en çok konuştukları konu İsmail Hakkı Karadayı’nın tutuklanıp tutuklanmayacağıymış:
“Bir ve Koralp’in koğuşunda bugünlerde yegane gündem maddesinin ise eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın soruşturma kapsamında ‘gözaltına alııp alınmayacağı’ konusu olduğu iddia ediliyor” (Yeni Şafak, 29 Nisan 2012) Kim iddia ediyor? Gizli özne!
Yeni Şafak, “yegane gündem” dediği konuyu Çevik Bir ve karakutusundan öğrenemeyeceğine göre geriye iki ihtimal kalıyor. Bir ve Koralp bu “yegane konuyu” bağıra çağıra konuşuyor ve gardiyalar da istemeden duyup Yeni Şafak’a iletiyor veya Yeni Şafak açıkça cezaevi dinliyor, ortam dinlemesi yapıyor! Ya da gizli özne, tertip merkezidir! Ve o merkez, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın da tutuklanması için “pisikolojik harekat”a başlamıştır.
Mehmet Ali Güller / Aydınlık




RTÜK onlara da bakacak mı!

Baba demeye bin şahidin bile yetmeyeceği ve hatta bir şahit bile bulunamayacağı bir yaratık, 12 yaşındaki kızını “hemşerisinin oğluyla” evlendirmiş.
O da babadan aşağı kalır tıynette olmadığı için 12 yaşındaki kızı hamile bırakmış. Kız devlete sığınmış.
“Beni babama vermeyin, anneme verin” diye.
Ve demiş ki: “Kardeşimi de kurtarın. Babam onu da birine vermeye çalışıyor.”
Kardeşi de 10 yaşındaymış.
Hadi buyurun buradan yakın.
Bu kadar ahlaksızlık hangi dizide var?
Dizideki ahlaksızlığı engelledik.
Peki ya o dizilere ilan veren “ahlaksızlıkları” nasıl engelleyeceğiz? RTÜK onlara da bakacak mı? Tabii ki engellemeyeceğiz. 12 yaşında kıza tecavüz eden kazık kadar adamlara “iyi hal”den ceza indirimi veren yargı oldukça, siyaset buna seyirci kaldıkça, RTÜK dizilerdeki ahlaksızlığı gözümüzün önünden çekebilir. Ama gerçek ahlaksızlığı toplumdan silemeyiz.
Fatih Altaylı / Habertürk

Yazarın Diğer Yazıları