Yedek Subay diplomam, yıldızlarım ve Dağlarca...
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni milletin o ezici çoğunluğunun gözünden düşürmek için bilinçli bir emperyalist proje uygulamaya kondu ve başarıya ulaşıldı. Artık üniforma ile sokakta gezmek övünç değil utanç getirir oldu. Buna yüreğim yanıyor benim. Yazılarımla buna karşı durmaya çalışıyorum ama tatmin etmiyor beni.
Birkaç gün önce Yedek Subay dönem albümümü buldum evde, içinden Yedek Subay diplomam çıktı, tam otuz yıldır orada öylece duruyordu. "Tamam işte bununla bir duruş sergilemelisin" dedim, çerçeveletip büromun duvarına astım. Gelenler görsün, o diplomanın değeri ve kutsallığı nedir anlasınlar. Şimdi bakıyorum o diplomama ve o günlere dalıyorum. Üç imza var o diplomada; okul komutanının, öğretim kurulu başkanının ve öğrenci alay komutanının. İlk ikisi bana hiçbir şey ifade etmiyor ama alay komutanımız Albay Cahit Holaş'ın sözleri hâlâ çınlıyor kulaklarımda.
Askeri eğitim elbiselerimizi giyinmiştik ilk gün, ertesi gün akşam içtimaında şöyle seslenmişti bizlere:
"Başka bir milletin çocukları bir günde karşımda böyle sıradağlar gibi duramaz, çünkü siz Türk'sünüz. Çünkü siz çocukluğunuzda söğüt dalını kesip bacaklarınız arasına sokup onu at ederek akınlara gidiyordunuz!"
Ve sonra uyarı:
"Biliyorum neredeyse hepinizin bir siyasal ideolojisi var. Benim de hepsine saygım var. Ancak onları şu Tuzla Piyade Okulu'nun Nizamiye'sine emanete vermek zorundasınız. Buradan sonra gideceğiniz kıt'alarda da size verilmeyecek onlar, terhis olacağınız yani bu şerefli üniformayı üzerinizden çıkaracağınız gün, o ideolojileri de alıp gideceksiniz."
Ben öyle yaptım, hep el üstünde tutuldum Ağrı 7. Piyade Alayında. 18 aydı yedek subaylık o zamanlar, son iki ayında teğmen olunuyordu. Benim yıldızlarımı bölük komutanım Yüzbaşı Hasan Güreycan (ışıklar ve yıldızlar içinde yatsın) taktı. O yıldızlar kendi yıldızlarıymış, kayınvalidesi almış ona teğmen olduğunda, altın kaplama... Özeldim onun gözünde, "Onca asteğmen geldi geçti senin gibisini görmedim. Bu yıldızlar senin omuzlarına yakışacaktır" diyerek armağan etmişti. Onları da hâlâ saklıyorum.
Askerlik ve subaylık işte bunları çağrıştırır bize, o marşı söyleriz hâlâ:
"Türklüğün öz cevheri taşar temiz kanından/Yedek Subay ölür de dönmez er meydanından"
At Ağustoslar Türküsünden...
Ağustos zaferler ayıdır... Bu ayın tüm zaferlerini Fazıl Hüsnü Dağlarca upuzun bir şiirle anlatır, adı: "At Ağustoslar Türküsü"dür. O şiirden bölümleri tadımlık olarak paylaşmak istiyorum:
"26 Ağustos 1071/Malazgirt; doruklardan/Parlamıştı kocaman Asyalılar/Asya'nın sıkılmış bir yumruğa benzeyen ucunda/Selçuklu, Uygur, Karahanlı, Kırgız/Gökyüzü kocaman bir tuğ avucunda"
"30 Ağustos 1922/Dumlupınar; nineden bebeğe dek/Erdemin dirilişi koçaklama gerisinden/Biri var/Ulus tutsaklığını son kez parçalamış orda/Biri/Kurtuluşlardan bütün ülkelere inen hız/Yarışmış güne karşı alda, yeşilde, morda/Aldır, yeşildir, mordur ağustos atlarımız.
İşte dedelerimin nal izleri/Yeryüzü güzelliğince/Doğudan batıya hep o sevgi/Hep o arama, hep o sonsuzluk/Nerde bir daralma varsa oraya bir soluk götürmüşüz neden/Dinelmişiz at ağız?/Nerde bir karanlık varsa oraya inmişiz bir aydınlık düşünceden/İşte yellerle, yellerle, yellerle uzun ağustos atlarımız"