Yazma NFK'yı, söver ve döverler...
Necip Fazıl Kısakürek'le ilgili özel bir anıyı paylaştığım salı günkü yazıma bazı tepkiler geldi, nezaketle yazanlara biz de aynı üslupla yanıt verdik... Fakat birisinin galiz küfür ve tehditleri, sinirlerimi altüst etti... "Bunları hak edecek ne yazmıştım ben" diye, sormadan edemedim kendime. Yirmi yıl önce bir dergide yazdığım yazıyı tekrar yayınlamıştım hepsi bu.
Evet, adını Mehmet Yiğit ve mail adresini mehmetayigit@gmail.com olarak bildiren bu kişinin ilk mailini aşağıya alıyorum:
"Üstad hakkında yazdıklarını yedireceğim sana k... evladı... İftiracı p. kurusu... Hain köpek..."
Akşama kadar birçok mailler attı, bunların çoğunu buraya yazamam, ne anam kaldı, ne avradım kaldı, ne çocuklarım...
Hızını bunlarla da alamadı, gazetemizin yetkililerine de dil uzatmaya başladı:
"size köşe veren adamın... sizin yazmanıza göz yuman editörün... "
Ve akşamüstü sıra Atatürk'e geldi...
25 yıldır köşe yazarlığı yapıyorum, ilk kez birisi hakkında şikâyette bulunacağım Cumhuriyet Savcılığına.
Üstadları demek ki bu yaratıkları böyle yetiştirmiş, kültürün yetmez ise küfür et... Ve tehdit et, asarım keserim, tokatlarım, ola ki siner de bir daha dokunmaz tabularımıza, bozmaz ezberimizi, ayırmaz gördüğümüzden...
Aslında buraya yazacak neler var neler de, bazı duyarlıklar engel oluyor...
Bu ülkede, kırk yıldır aynı teraneler temcit pilavı gibi yinelenir, döne döne yazılır, aynı fosillere övgüler dizilir kimse de bıkmaz bundan... Bunların gözünde yazar demek bunlara çanak tutan, aynı teraneleri aynı makamdan dillendiren adamdır.
Siyasi laga luga yazar, siyasi akıldânelik ya da duruma göre goygoyculuk ve pohpohçuluk da yaparsanız, yine el üstüne tutulursunuz.
Biz böyle olmamaya kararlıyız. Köşe yazarlığını bırakmayı bile düşünüyorum ciddi ciddi. Ne olacak o kadar yazdık da ne oldu? Küfür, tehdit, cehalet, yobazlık, kadir bilmezlik... Giderim geldiğim yere, edebiyat dergilerine, o da olmaz ise internette blog yazıları yazarım, sosyal medyada çevreme seçerek topladığım güzel insanlarla şiiri, sanatı, güzellikleri, doğrulukları, gerçek ve ilginç haberleri, yararlı ve ufuk açan fikirleri paylaşırım. Kendi elim, kendi başım...
Ve daha çok kitaba imza atarım Tanrı ömür verirse...
"Hayattan yazı, yazıdan hayat yapılır" diyor Murathan Mungan, biz yapmaya çalıştık hayattan yazılar, yazı da hayatımız oldu. Oldu da, hayatımız kimi zaman işte böyle zehir de oldu...
Neyse, gene şiire sığınalım ve bir dörtlüğümüzle son verelim satırlarımıza:
Havlayana havlayacak değilim, havlatanın geçmişini
Fitneyle besleyenin, büyütenin, tavlatanın geçmişini
Sütre gerisinde seyre dalanın, gizliden işmar edenin
İkbal ve itibarı için dost satanın geçmişini
Ve özür
Salı günkü o yazımda rahmetli Metin Ören'in anlattıklarını nakletmiştim. Oğlu Ali Suavi Ören aradı telefonla. Babasının ihbarcı gibi sunulmasından rahatsızlık duyduklarını ifade etti. Onların incinmesi beni yaralar elbet. Yazdıklarım doğrudur, onlara sahip çıkarım, ancak Metin Ören Ağabeyimizin çocukları başımızın tacıdırlar, onları zerre kadar incitmişsem özür dilerim, beni bağışlasınlar.