Yazıyor... Yazıyor... Balyoz mağdurlarının mağdur ettiği en mağdur komut
En “mağdurum” ezildim, horlandım, “zenci” diye dışlandım; beni iktidar yapın...
En “mağdurum” feleğin sillesini yedim, aç kaldım, susuz kaldım, ekmek çaldım; yıkılmadım ayaktayım haydi reytingimi tavana çıkarın...
Bir “satış-pazarlama” tekniği olarak “çok kazandırdığı” test edildi-onaylandı ya, “üste çıkmak” isteyen kim varsa kendisine “yol” yaptı “mağduriyet edebiyatı”nı.
Balyoz Davası’nda tanıklık yapmadığı gerekçesiyle silah arkadaşları tarafından ağır biçimde eleştirilen Kara Kuvvetleri eski Komutanı Aytaç Yalman’ın dünkü Milliyet’e manşet olan ’En mağdurum iftiraya da uğrayan benim, hakarete de uğrayan benim, haksızlığa da uğrayan benim, hepsini kitabımda anlattım; azzz sonra’ minvalli çıkışı bana bu “yol”la inşa edilen “promosyon kampanyaları” nı çağrıştırdı.
Yazıyor yazıyor; sayısız üniversitenin sahte olduğunu söylediği delillere dayanarak cezaevlerine atılan Balyoz mağdurlarının mağdur ettiği en mağdur general yazıyor!
***
Yalman’a göre varsa yoksa Çetin Doğan komutasındaki 1. Ordu’da yapılan seminer. Ki gerçekten de “Balyoz”u bundan ibaret görüyorsa, “çok şey biliyorum ama susmam, konuşmamdan daha faydalı olur” edalı Yalman, aslında Balyoz’a dair hiçbir şey bilmiyor demektir!
Davanın başından beri “her şeyi bilen adam” olarak konumlandırıldığını düşününce bu cümle garip gelmiştir eminim hepinize. Ama, “Balyoz”un ne olduğuna dair en ufak bir fikri olsa -tabii kasıtlı olarak asıl hedefi karartmaya çalışmıyorsa- davada ceza alan muvazzaf subaylardan sadece “2” evet evet “iki”sinin seminere katılmış olduğunu biliyor olur ve davanın sebebi, seminerdeki “maksadını aşan gayretkeşlik”miş gibi, hedefi “maksadını aşan gayretkeşleri cezalandırmak”mış gibi konuşmazdı değil mi?
Nitekim “maksadını aşan gayretkeşler”in büyük bölümü yargılanmadı, yargılananların büyük bölümü de ceza almadı; yani Balyoz “o seminer”e indirilmedi! Seminere katılan 162 kişinden sadece 52’sinin bu davada yargılandığını, bunların da 19’unun tahliye edildiğini, bu 162 kişiden yargılanıp da ceza alan subay sayısının sadece 33 ve bunlardan da muvazzaf olanların sayısının az önce söylediğim gibi sadece ve sadece 2 olduğunu düşününce, mahkemenin semineri Yalman kadar önemsemediği belli!
Ha madem Yalman’ın dediği gibi “Bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir...” eh o zaman engelleseydi!
Bir diyor ki; haberim olsaydı gerekli işlemleri yapardım...
Bir diyor ki; ne konuştuklarını seminere yolladığım müşahit generalden öğrendim...
Çarşaf çarşaf “açıklama”da, ne var derseniz:
Çelişki, çelişki, çelişki...
Her şey bir yana, rütbeleri sökülme yolundaki, bütün hakları ellerinden alınmış, ailelerinden uzak, “hapis” haldeki insanlarla “mağduriyet yarışı”na girilebilir mi?
Ey vicdan; neredeysen gel!
İstersen “tecavüz adası”na hapsetsinler
Yeniçağ’ı “6-7 Eylül’den önce gayrimüslimleri şeytanlaştıranlar”a benzetmiş “bir yazar”. Yetmemiş, “Sivas’ta, 1993’te Madımak Oteli’ni içlerindeki kini asit gibi akıtarak ateşe veren yerel gazeteler” le bir tutmuş... Hıncını alamamış “Malatya’daki misyoner katliamının parçası” ilan etmiş!
Kendisi bu “nefret fışkıran” bakış açısını “bir gazete” sütunu aracılığıyla topluma aktarmakta beis görmemiş ama tutmuş bizi - “demokratik” bir “hukuk devleti” nde hangi hak ve yetkiyleyse artık- yargısız infaza kalkışmış:
- Nefret suçlusu!
“Kanıt” mı?
Kapı gibi “Tecavüz adasında 4. ayin” haberimiz var elinde;
Akdamar’daki kilisenin ibadete açıldığı gün yaptığımız haberde, 1915’te Van’daki Ermeni mezaliminden kaçmaya çalışan kadınların bu adaya getirilerek tecavüze mahkum edildiğini, Türklerin ve Ermenilerin geçmişinde/hafızasında/hatıralarında adanın böyle bir konuma sahip olduğunu hatırlatmışız.
Bizimki de resmen “suçüstü” yakalanmak ama!
Karabağ’daki Türk soykırımına fiilen katılan Sarkisyan küsmesin diye Türk ve Azerbaycan bayraklarının çöpe atılmasını hazmetmiş bir ülkede; bayağı haddimizi aşmışız biz de! Hiç merak etmeyin kırmızı biber süreceğim kalemlerimize; bir daha olmasın diye!
İnsan kendi varlığına dönük saldırılar karşısında bile ciddiyetini korumakta zorlanıyor bu ironiler ülkesinde...
“O haber”le;
- Nefret saçmışız!
- Halkın bir bölümünü diğerine karşı kışkırtmışız!
- Şiddet çağrısında bulunmuşuz!
Hayal gücüne hükmeden “hoşgörü(!)”ye bakın hele:
Bu sözlerimiz “adalet terazisi üzerinde kızgın saça değen su gibi buharlaşıp gitmemeli”ymiş...
***
Sen bir dur bakalım orada!
1915’te, Ermeni-Rus saldırısı sonrası 80 bin insanın katledildiği Van’da “kurtaracağız” bahanesiyle kandırılan Türk kadınları Akdamar Adası’na hapsedilip tecavüze mahkum edildi mi, edilmedi mi?
Rus işgalcilerle işbirliği yapan Ermeniler; mesela 7 yaşındaki Vanlı Fatma’ya, mesela 9 yaşındaki Vanlı Gülfaz’a defalarca tecavüz ettiler mi, etmediler mi?
Nezo Hatun aklını nasıl kaybetti; hangi işkencelerin neticesi?..
İki kız kardeş; Hayriye ve Şadiye’nin -babaları Derviş Efendi’nin gözleri önünde- ırzlarına geçildi mi, geçilmedi mi?
Türk kadınları, Akdamar yolunda başlarına geleceği anlayınca “iffetlerini korumak uğruna” göle atlayıp da ölmeyi seçti mi, seçmedi mi?
Böyle bir “trajedi”, böyle bir “büyük felaket” hiç yaşanmadı da uyduruyor mu Yeniçağ?
Haydi biz uyduruyoruz diyelim. Yaşadıklarını “Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı” diye anlatırken gözyaşlarına boğulan Vanlı Seher kadın da uyduruyor mu peki?
Seher kadın da başına geleni anlattı diye “nefret suçlusu” mu şimdi? “Halkın bir bölümü, diğer bölümüne karşı kötü duygular hissetmesin” diye insanlık tarihinin en büyük suçlarından birini örtbas mı etmeliydi? Ermeni lobisi ne diye “soykırım” senaryoları yazıp duruyor peki? Bütün dünyayı Türk milletine karşı kışkırtan güruhu “nefret suçlusu” ilan etmek, bir gün olsun aklının ucundan geçti mi?
“Eli kulağında, katile katil demek nefret suçu olacak” demiştik; buyurun işte, tecavüzcüye tecavüzcü dediğimiz için sinsi sinsi hedef gösteriliyoruz! “Kızgın saçta buharlaşmamalı”ymışız; hay hay; istersen “tecavüz adası”na hapsetsinler bizi de! Yeter mi nefretini dindirmeye!
Susacak mıyız?
O “adalet terazisi”, “tecavüzcüler” ve o “tecavüzcüleri övenlerin” ; yani suçlular ve suçu-suçluyu övenlerin/kutsayanların, “kızgın saça değen su damlaları gibi buharlaşmaları”na izin vermeyene kadar yazacağız!