Yazar ahmak olursa...
Ahmaklar toplum için büyük tehlikedir. (Sorunlara akıl, mantık dışı önerileri iyi niyetle sunanlara ahmak denir) Aşağılık duygusu bunların başına beladır. Bir toplumda ahmakların sesi çok çıkarsa, aklın işi zorlaşır. Hele ahmakların basında bulunması, gerçekten millî felaket doğurur. Bu tipleri İstanbul’un ‘Mütareke Basını’nda çok gördük. İşgalin etkisiyle sağlıklı düşünemeyen İstanbul aydınları -özellikle gazeteciler- Anadolu’da başlayan millî-ulusal direnişe karşı cephe aldılar. Ankara ise, düşman yanında, bu ahmak ‘vatandaşlar’la da mücadele etmek zorunda kaldı.
Pekiyi... Bu yazarlar ne yapmıştı?
Ne yapmamışlardı ki? Ermenileri sözde korumadığı için uydurma bir mahkeme kararıyla şehit edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e hakaret ettikleri gibi; Ankara’daki milliyetçilere -başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere- bir İngiliz, bir Fransız, bir Yunan ağzıyla saldıracak kadar azgınlaşmışlardı. En bıçkınları ise Ali Kemal, Ref’i Cevat (Ulunay) ve Refik Halit (Karay) idi. O yıllarda İstanbul’da “Bizi İngilizler yönetsin, bizi ABD yönetsin” diyenlerden geçilmiyordu. Gerçekten şaşkın insanlardı. Sözgelimi bu ahmaklardan birisinin, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in cenazesi arkasında yürüyen Türk subayları için ne dediğini, seçkin aydınlarımızdan Prof. Dr. Çetin Yetkin’in, “Türk Direniş ve Devrimleri” adlı harika eserinden sunmak istiyorum:
“Alemdar gazetesinde Ref’i Cevat, devletin suçlu bulduğu bir haydudun cenazesine katılarak tepkilerini dile getiren ve devletin üniformasını taşıyan subayların yakalanarak Kemal Bey gibi yargılanmalarını isteyecek ölçüde düşmanla düşün ve gönül birliği içindeydi.”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulunca, onların ahmaklıklarından doğan ‘hainlikleri’ cezalandırıldı ve hepsi yurtdışına sürüldü.
“Yüzellilikler” listesine giren yazarların hainliği, gerçekten ahmaklıklarından geliyordu. Bu yazarların önlerinde; asker aydınlar öncülüğünde yokluklar içinde başarıya ulaştırılmış bir Millî Mücadele örneği yoktu. Ordunun önemini kavrayamamışlardı; dolayısıyla subayları rahatça harcayabiliyorlardı. Ama şu da var ki; onlar, işgal altındaki İstanbul’un psikolojik ortamındaydılar. Bu açıdan, onları bir ölçüde bağışlamak olanaklı. Nitekim daha sonra kendileri de yanlışlarını kabul ettiler. Bunlardan birisine ben tanığım. İstanbul’da 1965 yılında öğrenciyken, rahmetli Ref’i Cevat Ulunay’la bu konuyu çok kısa olarak konuşma olanağı bulmuştum. Rahmetli bu konuda sorduğum soruya “Evlat, en çok Mütareke döneminde yaptıklarım hakkında soru sorulmasına çok üzülürüm. Ama genç olduğun için sana cevap vereceğim. O konu, hayatımın yanlışı idi. Doğruyu görememiştik. Allah hiçbir vatandaşımızı böyle bir yanlışa düşürmesin” sözlerine benzer yanıtlar vermişti. Ali Kemal bile, son yazılarında, Ankara direnişine karşı kalemini daha bir yumuşak oynatmaya başlamıştı.
Doğrusu onların önünde başarılmış bir örnek yoktu. Türk’ün direniş gücünü hesap edemedikleri için ahmakça davrandılar; yabancı devletlerin projelerine alet oldular.
Tanrı’ya şükür günümüzde ahmak yazarlarımız yok!
Günümüzde herkes her şeyi bilinçli yapıyor; yazıyor... Sözgelimi ‘Türk Ordusunu kapatma’ konusunda ‘beyin sporu’ yapanlar ve benzerleri kesinlikle ahmak değil. İnanıyorum ki, onların ahmak olmadığını tarih de belirtecektir.