Yaşarken ölmek kolay değil!
Bir kişi, ulusun mutluluğunu sağlayan bir görevi yaptıktan sonra bir hak, bir diyet beklemiyorsa, herhalde burada ’erdem’konuşulur! Ve elbette, erdemi besleyen kaynaklardan birisi de, hiç karşılık beklemeden, içinde yaşadığı topluma veya insanlığa hizmet etme anlayışıdır. Erdem, güzel ahlâkın doruğudur!
Söz buraya gelmişken, arada bir bu köşede bir iki tümceyle söz ettiğim erdem anıtı bir insanı kısaca anlatmak istiyorum. O yüce kişi, tanınmış sunucularımızdan Orhan Boran’ın babası Hikmet Boran’dır!
Bu anıt insanın erdem öyküsü şöyle... Hikmet Boran, 1919 yılında İstanbul’da Askerî Tıbbiye öğrencisidir. Kemal Paşa ise Sivas’ta Kongre hazırlığındadır. Tıbbiyeliler, Sivas Kongresi’ne arkadaşları Hikmet Boran’ı temsilci olarak seçip Sivas’a yolcu ederler. Hikmet Boran Sivas’a varır. 19 yaşında bir delikanlıdır; ama ne delikanlı! Soyadı gibi, ruhunda özgürlük boranları esen, bir Türk delikanlısı!
Kongre çalışmaları başlar. Kimi delegeler “ABD mandası” ndan söz edince, bu yiğit Türk çocuğu, yaşlı-başlı delegelere “Temsilcisi bulunduğum Tıbbiyeliler, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmam için gönderdiler. Mandayı kabul edemem! (Mustafa Kemal Paşa’ya döner) Paşam, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederim! Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı olarak değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır, lanetleriz!” der. Hikmet Boran’ın bu çıkışına Mustafa Kemal’imizin kararlılığı da eklenince, bir daha kimse ağzına ’manda’sözünü alamaz. (İliştiri: O yıllarda ’manda’sözcüğü yabancı bir devletin koruması altında yaşamak anlamındaydı.)
Hikmet Boran kongreden sonra İstanbul’daki eğitimini yarım bırakıp Ankara’ya gelir. Arkadaşlarıyla Cebeci’deki Askeri Hastanede çalışır. Yarım kalan Tıp eğitimini ise zaferden sonra tamamlar.
Cumhuriyet kurulur... Pek çok insan, bir şeylerin ’sahibi’olmak için Meclis semti Ulus’ta ’dolaşırken’, Hikmet Boran işi gereği Ankara’ya gelmek durumunda kalsa bile, kimseye sezdirmeden, gelir ve gider. Hiçbir ’devletlu’ya görünmemeye özen gösterir. Bunu niçin yapar? Hikmet Boran, “ülkem, ulusum için görevimi yaptım; bunun karşılığını beklemek anlamına gelebilecek bir izlenim bırakmamalıyım” diye düşünür ve gizlenir. Gizlenir ama onu unutmayan birisi vardır: Türklüğün övüncü Gâzi Mustafa Kemal ATATÜRK! Atatürk, bir akşam sofrada, Millî Mücâdele günleri konuşulurken Hikmet Boran’ı sorar. Sofrada bulunan Mazhar Müfit Kansu’ya, Hikmet’i bulmasını, onu milletvekili yapacağını, söyler. Hikmet Boran, kendisini öyle saklamıştır ki, herkes onun ölmüş olabileceği yargısını taşır. Sonunda Mazhar Müfit de Atatürk’e, “Hikmet Boran öldü” der. Bu habere Atatürk çok üzülür; sofradan kalkar ve odasına çekilir.
Oysa Hikmet Boran ölmemiştir. O, Anadolu’nun bağrındadır. O, savaşlarda sakatlanan, hastalıklarla eriyen, yoksullukla kıvranan ulusa şifa dağıtma uğraşındadır. Aradan bir zaman geçer. Atatürk’ümüz ölür. Atatürk’ün ölümünden sonra, Mazhar Müfit Kansu, Ankara’da Hikmet Boran’a rastlar. Boynuna sarılır ve Atatürk’e yanlış bilgi vermiş olmanın üzüntüsünü yaşar; özür diler. Hikmet Boran “Hiç üzülmeyiniz” diyerek; bir anlamda milletvekilliğini engelleyen insanı teselli eder.
Günümüzde de Hikmet Boran’lar var! Ama onları ortalıkta göremezsiniz. Onlar insanlardan uzak, sakin köşelerinde, doruklardan seyretmektedirler sözde dağları!
Haftaya buluşmak dileğiyle...