Yasa değil kafa sorunu!
Aslında yargının daha doğrusu sistemin bizzat kendisini tartışmak gerekir. Türkiye’deki demokrasinin ve adaletin temel sorunu olarak askeri yargıyı göstermek sorunun öbür yanını gözardı etmek anlamına gelmektedir. Asker ya da sivil yargı ile ilgili tartışmalarda sorunu, salt kurumsal hiyerarşiye indirgeyenler yanlış yapıyor. Askerlere sivil yargı yolunu açmak ya da “sivilleri siviller yargılasın” talebi doğru olabilir. Ancak yargılamanın yalnızca sivil mahkemelerde farklı üniformalarla yapılması adalet ve hukukun tecelli etmesi için yeterli değildir. Türkiye’de askeri ve siviliyle yargının tamamı yıpranmış ve hırpalanmıştır. Yargı “vicdan ile cüzdan” , ’siyasi baskı ile adalet duygusu’, iktidar ile muhalefet arasında sıkışıp kalmıştır. Yargılamanın askeri ve sivil mahkemelerde yapılmasından daha çok evrensel ilkelere uygun olarak yapılması önemlidir.
Türkiye’de yargı “askeri ve sivil”, “sizin yargı ve bizim yargı” durumuna indirgenmiş haldedir. Sincan Mahkemesinin verdiği “Cumhurbaşkanı yargılanabilir” kararına, bizzat Cumhurbaşkanı Gül “iyi niyetle bağdaşmamaktadır” diye tepki vermişti. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili yapılan tartışmalar sırasında eski Adalet Bakanlarından Mehmet Ali Şahin “Yargının bazen siyasi hareket ettikleri görülmüştür. Milletvekilleri de bundan endişelidir” demişti. AKP’ye kapatma davası açıldığında yüce mahkemeye yönelik eleştiriler hem çizmeyi hem de gerçekleri aşmıştı. Nihayetinde bu ülkede “kurumsal baskı” dan dolayı davalardan çekilen hakimler vardır. Yargının aleyhine verdiği her kararı eleştiren ve çoğu haksız sözler sarfeden iktidar yandaşları, söz konusu Silivri yargılamaları olduğundan yargıyı rahat bırakmak gerektiğinden söz ediyorlar. Bu zihniyet sahipleri Albay Çiçek gece yarısı mahkemece tutuklandığında “adalet yerini buldu” dediler, Albay Çiçek aynı mahkeme tarafından devresi gün serbest bırakıldığında ise yargıyı inanılmaz eleştiri yağmuruna tuttular. Bugün Türkiye’de yandaş medya resmen yargısız infaz yapıyor.
Yasa ve uygulayıcıları
Resmin bir yanında bunlar yaşanırken diğer yanında yaşananlar daha da vahimdir. Bu ülkenin her kurumunda olduğu gibi yargıda yaşanan bazı gerçekler var ki insanın inanası gelmiyor. Ancak filmlerde görülecek bu olaylardan birisi dünkü gazetelerde şöyle yer almıştı: “Konya’nın Bozkır ilçesinde kendi girmediği duruşmaya bakması için bir memuru gönderdiği iddia edilen hâkime, Seydişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi”. Hâkim hanım Adliyede görevli kâtibi kendisi yerine hâkim sıfatıyla duruşmaya çıkarmış. Böyle bir olayın olabilir olması bile şaşırmak için yeterlidir.
Bu durum insana Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” tiyatro eserini hatırlatıyor. Başkut, eserinde hastaneden kaçan bir delinin gittiği bir ilçede beklenen kaymakam olduğu sanılarak buzlar çözülene yani ilkbahar gelinceye kadar kaymakamlık yapmasına ilişkin hayali bir olayı hikâye eder. Başkut’un anlattığı olay tiyatro eserinde geçiyordu. Hâkimin yerine kâtibin duruşmaya çıkması ise Türkiye’ye özgü bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Sözün özü şudur: Yasa değiştirmekle, yetki artırmak ya da eksiltmekle herhangi bir sorun çözülemez. Unutmamak gerekir ki, iyi ya da kötü yasalar yoktur, iyi ya da kötü uygulayıcılar vardır. Kafa totaliter, yasa demokratsa yasanın dediği değil kafanın dediği olur. Yasa totaliter kafa demokratsa yine kafanın öngördüğü olur. Bu yüzden yasaları, yetkileri değiştirmekle uğraşmak yerine kafaları yani zihniyeti değiştirmeye çalışmak gerek. Karşılaşılan sorun ise yasa sorunu değil kafa sorunudur.