Yargının Kara Murat’ları...
27 Mayıs Darbesi’nin ardından kurulan ‘Yassıada Mahkemeleri’nden ve yargılamalarından geriye akıllarda kalan ilk ve en önemli cümle herhalde mahkeme başkanı Salim Başol’un Menderes’e söylediği , “Sizi buraya getiren irâde bugün böyle istiyor” cümlesiydi.
Yani Demokrat P artilileri oraya götüren irâde zaten yargılamasını yapmış, hükmü vermiş ve cezâları takdir etmişti, geriye mahkemenin bu irâdenin kararlarını tatbik etmek kalıyordu. Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak geçti Yassıada ve Salim Başol ve tabii bahse konu irâde.
12 Eylül Darbesi, 12 Eylül mahkemeleri ve yargılamalarının, insanın kanını donduracak cinsten bir cümlesi kaldı hatırlarda Kenan Evren’in ağzından, “Asmayacaktık da besleyecek miydik?” Doksan gün gözaltı süreleri, işkenceler, idamlar işte bu “Asmayacaktık da besleyecek miydik?” sorusunun içine sığdı ve bir neslin üzerinden geçti 12 Eylül. Türkiye Cumhuriyeti tarihine hem kara, hem de kanlı bir leke olarak geçti.
Her iki dönemin hukuku ve yargılamaları da ‘darbe hukuku’na dayanıyordu, kendi içinde ‘özel’ şartları vardı, o ‘özel’ şartları şüphesiz ‘adâlet’ belirlemiyordu, o özel şartların belirleyicileri darbeleri oluşturan irâdenin kendi ‘özel’ kararlarıydı.
Altı yıldır devam eden Ergenekon ve Balyoz dâvâları da yine hukukun normal çerçevesi içinde değil, ‘bir irâde’nin tercihleriyle yürüdü, yürüyor.
Ergenekon ve Balyoz dâvâlarında yargılananlar içinde azamî müştereklerim olan bir isim hatırlamıyorum. Bu sebeple bahse konu dâvâlarla alâkalı bir subjektivitem yok. Fakat, 12 Eylül darbesinde en fazla mağduru olmuş bir siyâsî hareketin ve neslin mensubu olarak Silivri’de cezâevinde yatanların yargılandığı mahkemelerin, delil toplama usûllerinin ve hukukî sürecinin de bir “olağanüstü dönem” ya da “darbe dönemi” usûlleri olduğu izahtan vâreste bir durum.
Bilgisayarlarında bulunan bir dosya, cep telefonlarına ketenpere ile kaydedilmiş sakıncalı fihristler gerekçesiyle tutuklanan insanların hayatından hükümsüz olarak altı yılı alan, örgütün finansörü olarak hakkında hiçbir delile ulaşılmaksızın tutuklanan ve bir yıllık tutukluluk süresi sonunda hayatını kaybeden insanların vebâlini üstlenenler 27 Mayıs ve 12 Eylül’dekiler gibi “koruma ve kollama” vazifesini deruhte etmektedirler, aralarındaki tek fark, bunların asker değil sivil olmaları.
Türkiye halen kuruluş dönemi siyâsî hesaplara kurban edilmekte, eline güç geçiren egemenler kendi eski hesaplarını görmek için ‘koruma ve kollama’ duygusuyla darbe hukuku uygulamakta. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş dönemi ve tek parti dönemindeki mütedeyyin kesimler üzerindeki baskıların faturasını yine darbe hukukuyla yargılamalar ve adâletsizlikle ödemekte.
Yargıdaki kast, zâlime bile zulmetmeyi men eden bir dinin mensupları olarak, bütün ölçüleri bir tarafa bırakıp, kurunun yanında yaktıkları yaşları görmezden gelmekte.
‘Başbakan ve Cumhurbaşkanının bir terör örgütü lideriyle iki yıl boyunca devletin zirvesinde nasıl görev yaptıkları’ sorusu Ergenekon ve Balyoz dâvâlarının ardından kalacak olan en mânidar sorulardan birisi olacaktır.
Ve kader bize, hiçbir fikrî ve felsefî beraberliğimiz olmayan kesimlerle aynı şeyleri hissettiğimiz günleri yaşatmaktadır. Bu his; aynı gücün karşısında durup, “yeter artık” demek hissiyâtıdır ve tersinden bir gâlip hissiyât da, aslında yakın kulvarlarda bir mücâdele geleneğinden gelen bu şimdilerin hâkim gücü ve iktidarının komşu kadrolarından ve müşterekliklerimizden mütemâdiyen ve süratle uzaklaşma hissiyâtıdır. Biz artık aynı dünyanın insanları değilizdir. Zulme uğramış insanların zâlim olması anlaşılabilir bir şey değildir, zulmün gerekçesi yoktur... Zulüm, birlikte aynı hizalanabileceğimiz bir saf değildir.
‘Adâlet’ değerler skalamızın vazgeçilmezidir, değerler piramidimizin en tepesinde yer alır.
Ve nereden gelirse gelsin bir tek kimseye yapılmış adâletsizlik herkese çevrilmiş bir tehdittir.
Yeşilçam’ın Kara Murat’ı, önce kurtardığı Bizanslı dilberle sonra muhakkak halvet olurdu. Türk demokrasisini darbelerden kurtarmak ve darbecileri yargılamak içi n yola çıkan hukuk, galiba Yeşilçam’ın Kara Murat’ı gibi adâletle halvet oluyor. ‘Koruma ve Kollama’ ister askerden ister sivilden gelsin sonu hep hukuka ve adâlete tecâvüzle sonuçlanıyor.
Buradan gelişmiş bir demokrasi çıkar mı?